Başak City!

Başak City!


 

2007 yılında 1.Lig’den Süper Lig’e o dönemki adı Gençlerbirliği OFTAŞ, şimdiki adıyla Hacettepe’nin arkasından ikinci olarak çıktığında kendi adı da şimdiki gibi Başakşehir değil İstanbul Büyükşehir Belediyespor’du.

 

İBB’nin bu başarısı, Gençlerbirliği’nin pilot takımı kıvamındaki OFTAŞ’ın şampiyonluğu ya da Ankara’daki play-off finalinde Kasımpaşa’nın Altay’ı mucizeler sonunda, tüm turnuva boyunca 3 tane son dakika golü atarak, elemesi kadar konuşulmadı.

 

O dönemde Metin Diyadin ile başlayıp Osman Özdemir ile şampiyon olan OFTAŞ, 20-23 yaş arası ağırlıklı oyuncuları ile pilot takım olmanın asli amacı olan yetiştirici kulüp konseptini karşılıyor aynı zamanda üzerine cila olarak yarışmacı kimlik de ekliyordu. O takımdan Gökhan Gönül, İlhan Eker, Orhan Şam, Giray Kaçar vs..bir çok oyuncu çıkarken, Abdullah Avcı yönetimindeki İBB’de ise genelde diğer takımlarda tutunamamış ya da üç büyüklerin altyapısından yıldız adayı olarak emekli olduğu ile kalmış Mert Korkmaz, Bekir Gür, Efe İnanç, İlhan Şahin, Cafercan Aksu, Mülayim Erdem, Sertan Eser, Haluk Güngör gibi nispeten tecrübeli adamlar mevcuttu.

 

O günler bile daha sonra izlenecek olan takım politikasına dair ipuçları veriyordu. O günkü takıma baktığınızda bugünkü kadroda da var olan sadece Mahmut Tekdemir var, o da 18 yaşında A seviyeye yeni çıkmış altyapı oyuncusu olarak de değerlendirilebilir.

 

2012-2013 sezonunda Avcı’nın kamusal mutabakat ile Hiddink’in yerine A Milli Takım’a terfi etmesi sonucunda kan kaybı yaşayan ve kendini alt ligde bulan İBB bir yıl sonra Cihat Arslan yönetiminde tekrar Süper Lig’e çıktı ve anahtarı tekrar, bu sefer kamusal mutabakat ile yerini Terim’e terk eden, Avcı’ya teslim etmek suretiyle ligimizin dominant aktörü olma yolunda adımlarını sağlamlaştırarak atmaya başladı.

 

Şimdi geriye dönüp baktığınızda, Süper Lig’in ilk yarısı sonunda karşı karşıya kaldığımız tablonun, birçok kesim için şaşırtıcı olsa da aslında kulübün kendi planları açısından şaşırtıcı olmadığını görürsünüz.

 

Bugün Başakşehir kendi stadı olan, stat çevresinde inşa edilen modern tesisleri ile altyapıya önem vermeye başlayan ama aynı zamanda yarışmacı kimliğini de ekonomi kurallarına riayet ederek ön plana çıkaran bir organizasyon olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

 

Şahsi kanaatim, 2014 yılında İBB bünyesinden ayrılarak Anonim Şirkete dönüşen ve bir futbol şirketi gibi çalışan Başakşehir, yapı olarak İngilizleri örnek alan bir mantalite ile yönetiliyor ve bunun da Türkiye’deki en başarılı örneği olabilir.

 

2000’li yılların başında, şimdi Everton’u çalıştıran, (Big) Sam Allardyce’ın menajerliğini yaptığı Bolton Wanderers da Avrupa’nın ve ülkenin tüm veteran futbolcularını bonservis ödemeden toplar, bir nevi onlara “İkinci Bahar” fırsatı verirdi. İkinci bahar fırsatını genelde iyi değerlendiren altyapısı ve kumaşı sağlam adamlar da Big Sam’a başarıyı getirirdi. İşte İBB de bu işe aynı Bolton gibi başladı. İkinci bahar fırsatını kaçırmayan birçok oyuncu sağlam altyapı ve futbol bilgisi gerektiren Avcı sistemi ile hem kendileri kazandı hem de kulüplerine kazandırdılar.

 

Aslına bakarsanız kulübün yaptığı en büyük yatırım Avcı ve onun sistemi oldu. Kısa süren GS Altyapı Koordinatörlüğü akabinde U17 Milli Takımı’nı Avrupa Şampiyonu ve Dünya 4.’sü yapan Avcı’nın, 2006 yılında göreve başlaması ve bugün itibariyle 326 resmi maça ulaşması Türkiye şartlarında rekordur. GS efsanesi Terim’in bile 96 yılından beri 266 maça çıktığı gerçeği göz önünde bulundurulursa Avcı’nın yaptığı iş hiç de kolay değildir ama Başakşehir organizasyonun dirayeti de alkışlanması gereken bir konudur.

 

Her ne kadar seyircisiz ve camia baskısız ortamda hocanın arkasında durmak kolay diye argümanlar sunulsa da günümüz futbol endüstrisinin ana düsturu olan paraya karşı duramamanın dayanılmaz hafifliğini de gözden kaçırmamamız gerektiğini de hatırlatmak istiyorum. Artık mağlubiyet para kaybı demek ve siz, sürekli mağlubiyetler alarak şirketinizi gelirden mahrum bırakan bir hocaya, seyircisiz de olsanız ne kadar tahammül edebilirsiniz? İşte bu sorunun cevabında gizli Başakşehir yönetiminin Avcı ile olan ilişkisindeki başarı diyebiliriz. Avcı, sistemini sürdürülebilir kıldı, yönetim de bu yolda onun iniş çıkışlarına tahammül gösterdi. Gandhi mantığı çalıştı ve win-win ile herkes mutlu oldu ve olmaya devam ediyor. Bu da aslında bir İngiliz kulübü mantığıydı ve şu ana kadar faydalı oldu.

 

Bütün bu yaşananların ışığında bu yıl kulüp, futbol kamuoyuna artık geçmişten farklı bir yol seçtiğini, eylemleri ve tercihleri ile yavaş yavaş hissettirmeye başladı. Hala oyuncu tercihlerinde Bolton Wanderers mantığı devam etse de şirketin yeni mihenk taşının Manchester City olduğunu düşünüyorum.

 

2009 yılında Abu Dhabili Şeyh Mansur tarafından 400 milyon USD’ye satın alınan ama sadece 6 yıl sonra değerini 8 katına çıkaran Manchester City bugün artık Premier Lig’in bir numaralı markası oldu. 2012 yılında Soriano’yu CEO görevine getiren kulüp Barcelona modelini hayata geçirmeye başladı zira Soriano daha önce 2003-2008 arası benzer görevi Barcelona’da ifa ediyordu. 2012 yılında Sportif Direktörlüğe yine Barcelona’dan Begiristain’ı getirerek bugüne gelen yolu kazmaya başladılar. Kısa vadede hedefleri Premier Lig şampiyonluğu olsa da 4 yılda bir CL kazanabilecek bir yapı ve artık transfere dayalı değil de altyapıdan oyuncu çıkararak takım inşa etme modeline geçmeyi hedeflediler. Guardiola’nın ilk senesi, özellikle şehrin kırmızı tarafında Mourinho’nun ilk geldiği yıl 2 kupa alması ile, sıkıntılı geçse de şu anda işler rayına oturmuş gözüküyor. Şu anda PL şampiyonluğu hak edilerek gelmek üzere, CL’yi kazanmamaları için hiçbir sebep yok ve altyapı dönüşümü de devam ediyor. Sonuç olarak da kulüp değerine değer katıyor ve Şeyh Mansur’un da tek gayesi bu aslında.

 

Buradan konuyu Başakşehir’e getirecek olursak, kulübün sezon başında vermiş olduğu Avrupa Ligi kararının ekonomik açıdan değerlendirildiğinde kendi açılarından haklı olduğunu görüyorsunuz. Ülke puanı hamaseti yapanların bir de bu açıdan bakmalarını öneriyorum. Diyelim ki bir şirketiniz var ve iki farklı alana yatırım seçeneğiniz var. Karlı olanı mı karsız olanı mı seçersiniz? Karsız olanın de facto olarak kamuya faydası var ama garantisi yok; diğerinde ise direkt sizin cebinize para giriyor. Aslında Avrupa Ligi yerine Süper Lig’e as kadro çıkarmanın ya da daha çok asılmanın tek sebebi budur. Avrupa Ligi’nin kazansan aldığın para ile Süper Ligi kazansan alacağın parayı kıyasladığında zaten tercihini otomatik olarak yapıyorsun.

 

Yukarıda bahsettiğim gibi kulübün ekonomi üzerine çarklarını kurması hem altyapı hamlesinin gelişmesini sağlayacak hem de kulübün değerini artırıp, yarın bir gün satılmasını sağlayacaktır. Sizin elinizde para varsa, yapacağınız olası transferleri belki kulüp aktiflerine yazamazsınız ama altyapı tesisleri ve altyapınızdaki oyuncuyu asset (varlık) olarak gösterebilirsiniz. Hele bir de üzerinde şampiyon etiketi de olursa kulübün kasası maddi ve manevi (royalty) olarak şişecektir doğal olarak.

 

Bu açıdan bakıldığında eğer konuşulduğu gibi Başakşehir’in satılma ihtimali varsa tutulan yol doğrudur ve eleştirilmesi çok akla yatkın değildir. Sonuçta anonim bir şirkettir, yani ticari işletmedir ve adımlarını ona göre atmaktadır. Dernek adı altında gençlere spor yaptırma gayesi güderek kurulan asırlık kulüpler ile karıştırmamak gerekir.

 

Sözlerimi bitirirken Başakşehir ile ilgili tüm yorumlara mutlaka siyasi bir bakış açısı eklemek yerine bir de bu açıdan bakmanın da faydalı olacağını düşünüyorum. Zira kulüplerimizin ekonomik tabloları böyle devam ederse Türkiye’deki bir çok kulübün ana amacı A.Ş’ye dönüşüp para kazanıp bir fona satılmak olacaktır aksi halde UEFA bizim yüzümüze bakmayacaktır.

 

Herkese sıhhat, akıl, spor ve huzur dolu bir hafta ve 2018 diliyorum….



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar