HAFTANIN FİLMİ : TRENDEKİ KIZ (THE GIRL ON THE TRAIN)

HAFTANIN FİLMİ : TRENDEKİ KIZ (THE GIRL ON THE TRAIN)


 
Sürekli geçmişe gidip, sahne sayısı zaman içinde artan filmler hep tercihimdir ama aralarında birde sonuna kadar tahmine zorlayanı olursa işte o benim için artık kaymaklı kadayıftır. “Trendeki Kız (Girl On The Train)” adlı film belki geçen yılki “Gone Girl” kadar üst düzey türden bir gerilim filmi değildi ama yine de özellikle Emily Blunt’ın oskarlık oyunuyla da sonuna kadar keyifle izlenendi. Özel hayatın gizlilik ihlalleri ile egoizmin bir hayli doruğa çıktığı filmde, yönetmen bazı sahnelerde izleyeni kasmayı oldukça başarırken, karakter derinliği konusunda da maalesef o denli iyi değildi. Ülke çapında yankı uyandıran cinayetlerde beni en çok şaşırtan dedektif rolünde izlediğimiz Janney’in sorgulamaya bir türlü başlamayıp, hakikati ortaya çıkarmak yerine daha çok ispat edilebileni ortaya koyma çabasıydı. Eşinin aşırı isteklerine karşı Emily ya ruhen var olup, bedenen yok olacak, ya da istediklerini yapıp, bedenen var, ruhen kaybolacaktı. Beden dili Emily’nin hayatta korkmaktan daha iyi bildiği bir şey olmadığını fazlasıyla ima ederken, aynı zamanda usta filozof Kirkegor’u da sonuna kadar haklı çıkarmaktaydı :  Büyük düşünürün dediği gibi Emily’i de hayatta harekete geçiren bariz şekilde yaşadığı korkuydu, o kadar ki nerdeyse hayatının her saniyesini canlı değil sanki adeta banttan yaşıyordu. NOT :7  


geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar