KAH ÇIKALIM GÖKYÜZÜNE…

KAH ÇIKALIM GÖKYÜZÜNE…


11.yüzyılda yaşamış olan ve Büyük Üstad olarak da tanınan ama asıl bilinirliğini Nizam-ül Mülk (Devletin Nizamı) adı ile yapan Büyük Selçuklu Veziri, kaleme aldığı Siyasetname adlı eserinde devleti ve kurumları yönetenlere çeşitli tavsiyelerde bulunulur. Orhun Yazıtlarında Vezir Tonyukuk’un da dile getirdiği öğütler gibi Siyasetname kaleme alındığı çağın ötesinde ve ebediyen geçerli bir eserdir. Her ikisinin de önemli özelliği, bu öğütleri veren kişinin, eski Türklerde kabul edildiği gibi mülk sahibi hakan değil de göreve tayin edilen vezir sıfatı ile bu öngörüleri yapmış olmasıdır.
 
Nizam-ül Mülk, kurumları yönetenlere verdiği öğütlerde beka için gerekli şartları dile getirmiştir. Devlet makamı, kolay kolay herkese nasip olmayan bir mevkidir. Bu makamın zorluklarını yerine getiremeyecek kişilerin, sadece mevki hırsı olanların, bunu talep etmesi büyük yanlıştır çünkü bu makam yanında birçok maddi ya da manevi külfeti de yanında getirir. Ellerinde sınırsız güç bulunanların bunu kötüye kullanmaması, zengin ya da fakir fark etmeksizin herkes için eşit kullanması gerekir. İcra makamlarının başında bulunanların liyakata göre istihdam edilmesi elzemdir; para, pul ya da ilişkiler karar verici faktör olmamalıdır. İşi en çok kim hak ediyorsa, ya da o iş için en ehil kimse, o mevkiye o gelmelidir. Liyakat biterse, o kurumu yönetenler hükmedemez hale gelir. 
Devleti ve kurumları yönetenler iyi ya da kötü olabilirler. İyiler hayır ile, kötüler nefret ile anılır. İyi bir insan da olsanız devlet yönetiminde hakkı ve liyakatı göz etmediğiniz sürece arkanızdan hep kin duyulur. Mevkiler ve makamlar geçicidir, asıl olan iyi bir insan olabilmektir. İyi bir devlet adamı olmanın temellerinden birisi de kendisi ne kadar iyi olursa olsun, görevlendirilen adamın da altındakilere zulmetmediğinden emin olmasıdır çünkü tebaa icra edeni tanır ve onun üzerinden zalime o işi verene nefret besler.  Son olarak da adalet duygusuna atıfta bulunur ve her daim adaletin baki olması gerekliliğini, bunun tüm paydaşların ortak hakkı olduğunu belirtir.
 
Bu kadar uzun bir giriş için özür dilemekle beraber olayı 11.yüzyıldan alarak bugünlere taşımanın zaruri olduğunu düşünüyorum. Gördüğünüz gibi 8 ya da 11.yüzyıl; Tonyukuk ya da Nizam-ül Mülk fark etmiyor. Bir kurumu yöneteceksen yapacakların belli aslında, aynı 2x2’nin pek çok kişiye göre 4 olması gibi buna da bu şekilde yaklaşmak gerekir.
 
Sadece spor dünyası değil aslında tüm ülkenin ders alması gereken maddeler olmasına rağmen biz olayı futbol özelinde değerlendirelim sizler başka mecralara da adapte edebilirsiniz. Yeni Türkiye ile dönüşmeye (!) başlayan, özerk yapısını kaybedip müdürlük seviyesine inen ve atanmış başkanlar tarafından yönetilme gafletine düşürülen Türk Futbolu artık idari konkordato seviyesini aşmış ve iflas bayrağını çekmiştir.
Oturduğu koltuğu hak etmeyen başkanlar, yöneticiler, sportif direktörler, hocalar ve sporcular sebebi ile düzen bitmiş ve ortalık Fransız Devrimi sonrası yaşanan ve Terör adı verilen anarşi, kaosun hâkim olduğu döneme benzemeye başlamıştır. 
Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim alemi diyorum ve futbol dünyasına dışarıdan bakarak şu soruları sormanın farz olduğunu düşünüyorum…
Kendi başkanı olduğu kulübün yolsuzluktan men cezası almasına sebep olan kişinin TFF Başkanı olmasını liyakat ile nasıl açıklayabiliriz?
18 kulübü temsil etmesi gereken kuruluşun bir taneyi dışarıda bırakıp 17 üye ile bildiri yayınlamasını adalet ile, sonradan özrü kabahatinden büyük vakıf başkanının ortaya çıkıp aslında GS hedef alınmadı sadece haber vermedik demesini akıl ile nasıl açıklayabiliriz? Sadece GS’ye haber verilmemiş olması nasıl bir tesadüftür?
 
Kulüpler Birliği Başkanı sıfatını da taşıyan ve çok sevdiği abisi Namoğlu’na demediğini bırakmayan BJK Başkanı’nın göz göre göre gerçekleri çarpıtmaya çalışması oturduğu koltuğu ne kadar hak ettiğini sorgulatmayacak mıdır? Aynı hakemler kendisine hata yaparken sesini çıkarmaması tarafsız olması gereken bir koltukta hala yakasında rozeti ile oturduğuna delalet değil midir? 
GS Başkanı’nın çıkıp, alenen kendilerine karşı düzenlenen bildiriden haberimiz olsa biz de imzalardık adlı satirik olmasını umduğum ama değilse makam kaygısından öte olmayan davranışını nasıl izah edebiliriz?
GS Başkanı’nın futbolun direksiyon koltuğuna oturttuğu Albayrak, o pozisyon için ne kadar yeterlidir ve o da makam, koltuk kaygısı ile mi hareket etmektedir? Maalesef bu durum kendisini yıllardır iyi bir GS’li olarak bilen taraftarın gözünde nefret uyandırmaktadır.
Daha önce vuku bulan yaşanmışlıklara rağmen güç hırsını yenemeyen GS’nin Hocasının takımını 10 maç hocasız bırakacak tuzağa düşmesi nasıl açıklanabilir? Gerçekten operasyon bile yapılıyor olsa bunu yönetme biçimi bu mu olmalıdır? Bunu, siz hepiniz ben tek, onların asıl derdi siz değil ben adlı orta oyununa çevirerek kendini yüceltme yanlışına düşmek ve düşürmek ne kadar doğrudur?
FB Başkanı iyi bir insan olabilir, istihdam ettiklerine hep iyi davranmış olabilir ve seçtiği sistem de doğru olabilir ama istihdam ettiği Comolli bu göreve layık kişi midir? Hak etmiş midir? Ya da bu makamı başkandan alan Comolli görevini kendi altındakilere zulmetmeden yürütebiliyor mudur? Comolli’nin yanlışları ve yetersizlikleri endirekt olarak Başkanı vurmaktadır ve olan yine gönül verenlere olmaktadır. 
(Not: Google’a Comolli yazın, Vikipedia bu şahsı Fransız yetenek avcısı olarak betimliyor!!!)
Çalışanlarının ve kendi yanlışlarının, büyük umutlarla, devrim sözü ile gelen FB Başkanı’nın ya da ehven-i şer olarak seçilen GS Başkanı’nın insanların gözündeki değerini değiştireceği kesindir zira ne dersek diyelim niyet iyi olsa da Ziya Paşa’nın dediği gibi “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”.
Şahsi kanaatim, taraftarlık gibi karşılıksız duyulan sevdanın hak ettiği sonuç bu değildir. 
Dünya’da kaç kurumun böyle bir şansı olabilir? Seni karşılıksız olarak, iyi günde kötü günde destekleyen ve bunu nikah masasında sorulup cevaplandığı gibi usulden değil de gerçekten hisseden insan güruhlarının gördüğü muamele bu olmamalıdır. Bazı insanlar profesyonel bakar, Koeman gibi hala tünelin ucundaki ışıktan bahseder (Belki de karşıdan gelen trenin ışığıdır o, bilemiyoruz); bazıları da gece uyuyamayıp ertesi gün işyerinde, okulda, sokakta millete nasıl cevap veririm diye kıvranır. Şu anda bu zulüm sadece FB değil, özellikle tüm “büyük” takım taraftarları için geçerlidir neredeyse.
Daha yazılacak çok mevzu var ama balık baştan kokmuş, neresinden tutsak elimizde kalıyor…
Sözlerimi Lao Tse’nin güzel bir sözü ile bitirmek istiyorum:
“Başkalarını yenen kişi güçlüdür, kendini yenen kişi ise kahramandır”
Aynaya bakan nice kahramanlar yetiştirmek umudu ile…
Herkese sıhhat, akıl, spor ve huzur dolu bir hafta diliyorum.
 
 
 


geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar