TAKTİK

TAKTİK


06 Mayıs 2009 günü saatler takribi olarak 22.40 (CET)’ı gösterdiğinde, Stamford Bridge’de Andres Iniesta’nın, maçın 90+3’üncü dakikasında, kaleye attığı şut o ana dek Barcelona’nın Chelsea karşısında kaleyi bulan ilk şutuydu. Petr Cech’in uzanamayacağı şekilde, halk arasındaki tabirle 90 diye adlandırılan, köşeye gidiyor ve takımını Roma Olimpiyat Stadı’nda oynanacak olan CL Finali’nde Manchester United’a rakip yapıyordu.

 

Camp Nou’da 0-0 biten ilk maçın ardından Londra’daki rövanşta Chelsea rakibini domine etmiş ve Barcelona’yı, bugün bile geriye dönüp baktığımızda daha ötesi görülmeyecek şekilde, küçük düşürecek performansını ortaya koymuştu. Norveçli hakemin hala tartışılan ve anti-Barcelona lobisinin elindeki en önemli koz olan skandal performansı Hiddink’in takımının bir sene önceki finalin tekrarını Alex Ferguson’un takımı karşısında oynamasına izin vermedi ama o maç birçok konuda milat oldu. 

Hollanda esansı üzerine kurulu Barcelona’nın hakkından gelecek taktiği bir Hollandalı bulmuştu.

 

Scolari’nin yerine Şubat 2009’da Chelsea’nin başına gelen Hiddink, tipik bir Hollandalı’nın aksine ilk maçta Barcelona’ya karşı Çanakkale’yi savunmuş ama ikinci maçta erken gol bulmasına rağmen önde basarak Barcelona’nın bilindik oyununu oynamasına izin vermemişti zira o da biliyordu ki eğer Hollandalı gibi oynasaydı fark yemesi olağan sonuçtu. Hakem faciası ve Iniesta mucizesi olmasa (o golde Messi’nin Iniesta’yı görmesi de takdire şayandır) Chelsea’ye, 2012’yi beklemeden, CL’yi kazandıran ilk hoca olması kuvvetle muhtemeldi ama olmadı.

Kabul etmek gerekir ki karşısındaki rakibi Guardiola o dönemde henüz emekleme çağında bir hocaydı ve Rijkaard’ın üzerine ekleyerek oynattığı sistem henüz mükemmele ulaşmamıştı. 2011 yılında zirve yapan Guardiola Barcelonası’na giden yol o maçtan geçiyordu ama performans olarak o seviyeye çok vardı.

 

Iniesta daha sonra yayınlanan “Cennette Bir Yıl” adlı biyografisinde 2009 yılını cennet olarak adlandırsa da başka bir açıdan bakıldığında aynı yılı rakiplerin de Barcelona futboluna karşı taktiksel olarak kıpırdanmaya başladığı bir yıl olarak adlandırabiliriz.

 

Dar alanda mobil üçgenler kurup, hızlı şekilde yön değiştirerek ayağa pas mükemmeliyetini oyun mükemmeliyetine dönüştüren ve bunun merkezine Xavi-Iniesta’yı koyan mentalitenin karşısına 2010 yılında Mourinho’nun Inter’i, 2012 yılında da Di Matteo’nun Chelsea’si set çektiğinde yapılan tartışmaların göbeğinde oynamaktan ziyade oynatmamaya gelmiş takımların futbolu çirkinleştirdiği konusu gündemin ana maddesini oluşturuyordu.

 

O dönem Barcelona’ya karşı oynanan oyunu Guardiola’nın eleştirdiği gibi, ben de, pek çok tiki-taka severle beraber hazmedemiyor ve eleştiriyordum ama bugün geriye dönüp baktığımda bunun böyle olmadığını rahatlıkla görebiliyorum. 

 

Teknik olarak baktığınızda dünyadaki futbolcu kaynağının hepsinin homojen olarak dağılmış yetenekte ve taktik disiplinde olmadığı aşikardır. Aldıkları altyapı eğitimi, akademide gördükleri futbol mentalitesi ve çevresel faktörler her futbolcuyu farklı taktiklere uygun hale getirir. Burada önemli olan takımı yöneten hocanın kafasındaki taktiği ortak paydalarında buluşturmuş oyuncu grubunu bir araya getirmesidir. 

 

Sözün özü, senin sahadaki taktiğin oyuncun kadardır.

 

Örnek olarak Mourinho zamanındaki Real Madrid’in El Classico performanslarını verebiliriz. O zaman Guardiola tarafından oyunu çirkinleştirmek ve oynamaktan çok oynatmamakla suçlanan Mourinho’nun elinde Xavi-Iniesta olmayıp Alonso-Özil-Khedira-Diarra gibi adamlar olduğu için oyun şekli daha edilgen ve geçiş oyun olmak zorunda kalıyordu. Bunun için de orta sahada Pepe bir opsiyon olarak ortaya çıkıyordu. Mourinho, Barcelona’nın zirve zamanında onunla kafa kafaya mücadele etmenin tek yöntemi olarak Inter’den kalan taktiği devam ettirmeyi tek çözüm yolu olarak bulmuştu. 

 

Sonuçta herkesin Barcelona karşısında Barcelona gibi oynaması ancak bu işi yıllardır yapan Barcelona’nın ekmeğine yağ sürerdi. Bunu futbol kamuoyunun anlaması zaman aldı çünkü yıllarca güzel futbol sadece Barcelona’nın oynadığı olarak tanımlandı ve başka türlü oynamak anti-futbol olarak tasnif edildi.

Futbol aslında, bir nevi, satrancın yeşil çimlerin üzerine yansıtılmış halidir. O dönemde Hiddink, Mourinho, Di Matteo gibi hocaların denemeleri Guardiola’nın yapacağı hamlelere karşı hamlelerdi. Karşı tarafın hamlelerini kopyalayarak onunla başa çıkabilmenin imkânsız olduğunu gördüler ve kendi mat yöntemlerini geliştirmeye çalıştılar. Kâh başardılar kâh başaramadılar ama denediler ve bu denemelerinin özüne esnek oyun planlarını oturttular.

 

Karşınızda belirli bir oyun şablonunu statükoya bağlamış takım var ise onu ancak esnekliklerle ve şaşırtarak alt edebiliyorsunuz eğer yapmaz ve siz de kendi statükonuza yapışıp kalırsanız daha iyi olanın ekmeğine yağ sürüyorsunuz.

 

Dün akşam oynanan Başakşehir-Fenerbahçe maçını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. 2011 yılında daha kaliteli futbolcularla daha etken bir oyun oynayan Kocaman’ın takımının 2018 yılına geldiğinde Başakşehir karşısında oyunu bozan ve ani çıkışlara rakibi alt etmek isteyen, nispeten edilgen, oyun sergilemesi anti futbol olarak algılanmamalıdır. Avcı’nın maç sonunda bahsettiği 4 sene öncesine gittiğimizde Başakşehir dün FB’nin oynadığı oyunu büyüklere karşı oynarken kimse onları anti futbol oynamakla suçlamıyordu. Oyun taktikleri böyle deniliyordu ki o zamanki adıyla İBB normal lig maçlarını da dün FB’nin oynadığı gibi oynuyordu sadece büyük maçları değil.

 

Yıllar geçtikçe roller değişti, Başakşehir oyuncu kalitesini yükseltti ve etken pas oyununa başladı, bu dönemde FB’nin oyuncu kalitesi düştü ve rakibe göre plan yapmaya başladı. Dün eğer FB tipik Kocaman oyunu oynasaydı, aynı Tudor’un başına gelen ya da Kadıköy’deki ilk maçta FB’nin başına gelen durum gibi, maçtan büyük ihtimalle mağlup ayrılacaktı. 

 

Avcı’nın bu maçı yorumlarken mihenk taşı, B planına geçişlerde yaşanan sıkıntıları aşmada gösterecekleri performansı analiz etmek olacaktır. Kısa pasına pres geliyorsa, İngilizler’in kick and run (vur-koş) taktiğine geçilebilirdi çünkü elinde Adebayor gibi bir kule vardı, FB ona da cevap veriyorsa, topu FB’ye bırakıp 4 sene önceki oyunlarına dönebilirlerdi vesaire vesaire… 

Barcelona’nın 2010 yılında Inter karşısında girdiği açmazın benzerini yaşadılar ve inat ettiler ama futbolda inadın sonu kimseyi pek mutlu etmiyor maalesef. İki hafta önce Karabük karşısında yapılan 800-900 arası başarılı pas ile Barcelona’nın olumlu yönlerini gösterirken, bu hafta 2010 Barcelona’sından kesitler sundular.

 

Bugün Guardiola sistemsel olarak bazı fundamentallerde inat etse de maç özelinde esneklikleri sahaya koyuyor, bu da takımlarının başarılı olmasını sağlıyor. Kocaman, dün felsefesinin özünden pek taviz vermeden taktiksel olarak esnedi; bir nevi Hiddink, Mourinho, Di Matteo rolünü üstlendi ve başardı. 

 

Avcı’nın da ileride daha başarılı olmasının sırrı burada yatıyor olsa gerek. İnandığı futbol değerlerinin etrafını esnek hamlelerle süslemek kendisini birkaç seviye daha yukarı çıkaracak ve farklı arenalarda mücadele etmesini sağlayacaktır aksi halde galibiyet sonraları futbol felsefesi dersi verip, ezildikleri maçlar sonrası rakipleri futbol oynamamakla suçlayan 2009 model Guardiola olarak kalacaktır.

 

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar