TEFSİR

TEFSİR


Tefsir kelimesi Arapça “fesr” veya “fesere” kelimesinden türemiştir. Türk Dil Kurumu kelime anlamını “yorumlama” olarak açıklar. Dinî literatürde ise, kutsal kitaplarda yer alan, Yaradan’ın iradesinin yorumlanması, izah edilmesi, okuyucunun aydınlatılması, daha anlaşılabilir kılınması ve bu iradenin kaynak ve şeraitinin açıklanması şeklinde de kullanılır. Kısaca yorumlamak ve izah etmek demektir.
 
İnsan, aslına bakarsanız okuduğunu, duyduğunu ya da gördüğünü yorumlayabildiği kadar vardır, daha ötesi mantık olarak pek de mümkün değildir. Yorumlama kabiliyetiniz haricindeki tüm bilgiler huninin dışında kalan su gibi akar ve gider.
 
Bu sebepten her insana belirli bir bilgi birikimi elde ettikten sonra onları yorumlaması mutlak öğretilmelidir, hatta bunu daha da ileri götürüp ağaç henüz yaşken yorumlama kabiliyeti üzerine tedrisat ve müfredat düzenlenmelidir.
 
Şimdi konu buraya nasıl geldi diye soracak olursanız futbol sahalarındaki hakemlerin ve saha dışındaki yöneticilerin halini görünce aksini düşünmek bir nevi imkansız bile diyebiliriz.
 
İlk önce hakemlerden başlamak gerekirse, VAR sistemi ile gelinen noktanın aslında Türk eğitim sisteminin bir sonucu olarak da değerlendirilmesi gerekir. Teknik olarak düşündüğünüzde hakemlik yapan birisinin IFAP’ın yayınladığı güncel oyun kurallarını bilmiyor olması imkansızdır zira bu adamların terfi sonrası çıkacağı mevki FIFA hakemliğidir. Bunun için tüm bilgiler günceldir, aksini düşünemeyiz. Kimse kural bilmeyen hakeme o düdüğü ve yetkiyi vermez ama iyi hakem yorum gücü ile olunur.
 
Bu yazıyı yazmaya aslına bakarsanız GS-TS maçında hakemin VAR ekranına gidip TS’nin penaltısını veremediği anda karar verdim. VAR’ın getirdiği en büyük avantaj hakemi artık ekran başındaki seyirciden farksız kılması ve saniye yerine gerekirse dakikalar içerisinde ileri geri sararak karar alma şansı vermesidir. Sen bugüne kadar ekran başında, beşinci tekrardan sonra durumu anlayıp bir saniyede karar vermeye çalışan insan grubuna sallarken artık şartlar eşitlenmiştir.
 
Bu durumda hakemi ekran başındaki seyirciden ve diğer hakemlerden ayıracak en önemli husus olayları yorumlama gücü olacaktır. Fark yaratan kilometre taşı tefsir gücüdür zira herkesin aynı IFAP kurallarını bildiği farz edilir.
 
GS-TS maçının hakemi yorum gücü olarak sınıfta kaldığı için tepki toplamıştır yoksa defans oyuncusunun hücum oyuncusuna vurduğunu o da görmüştür, bunun aksi düşünülemez.
 
Bunun gibi VAR yorum sıkıntılarına örnek, bu sezon itibarı ile, onlarca adet verilebilir ve genelde hepsi bir hakemin ak dediğine diğerinin kara demesidir. Kural sayısının bu kadar limitli olduğu bir spor dalında olay dönüp dolaşıp yanlış yorumlamaya takılmaktadır. 
 
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bu durum aslında ülkenin genel meselesidir. Ülkenin ekseriyet kurumlarında, başta yeni yetişen öğrenciler olmak üzere, insanlar kendilerine verilen bilgiyi hıfzetmekten öteye gidemediği ve hatmettiği bilgiyi yorumlamaktan aciz hale geldiği içi bu tarz bir topluma eviriliyoruz, maalesef. 
 
Yurtdışında çok iyi maç yönetip lokalde çuvallayan hakemlerimizin sıkıntısının sebepleri arasında başka faktörler de mevcut, bu kesin (oyuncu farkı, mentalite farkı, seyirci farkı, performans değerlendirme farkı vs.…) ama VAR’ın bizlere gösterdiği en önemli husus yorumlama gücünün yetersizliğidir ve bu konunun düzeltilmesine eğilmediğimiz sürece performans beklememiz hayaldir. 
 
Düzeltme yolunda atılacak en önemli adımlar hakem yetiştirme havuzunu eski sporcuların ağırlıklı olduğu adaylardan oluşturmak ve terfi sınavlarını fizik ve kural bilgisi haricinde yorumlama üzerinden yapmaktır, zira bir insanın, senin ona öğrettiğin bir şeyi sana cevap olarak geri söyledi diye tam puan alması ya da sınav geçmesi kadar saçma bir şey yoktur. Önemli olan senin anlattığından ne çıkardığı, kendi düşüncesi ve yorumudur, gerisi hikayedir.
 
İkinci tefsir hatası da yerli oyuncu teşvik sisteminin futbolun paydaşlarının bazıları tarafından yabancı kuralı ya da sınırsız yabancı olarak yorumlanması durumudur.
 
Takımında 14 Türk minimum oynatabilirsin, yabancı sayısını da maksimum 14 kişide tutabilirsin; yabancı sayısı arttıkça tescil ücretin artacak ve bu paralar yerli oyuncu teşviği havuzuna atılacak diyen bir sistemi Türk gencinin önünü kapıyor diye etiketlemek ve kaldırmak istemek tek kelime ile okuduğunu yanlış yorumlayan insan profilidir. 
 
Kimsenin kimseye zorla 14 yabancı aldırmadığı bir ortam neden bazı takımları rahatsız etmiştir onu irdelemek gerekir. İçinde bulunduğumuz ekonomik şartlarda zaten limitli ve nitelikli yabancı oyuncu istihdam etmek zaruri iken kurala itiraz etmek tamamen aç gözlülükten ibarettir.
İnsan bilinç altı kendi ulaşamadığı şeylere her zaman bir cazibe duyar. Senin paran yokken ve ayakta kalmak için cebelleşirken başkalarının paralar vererek 14 yabancı oynatması içine batar. Onlarda var, ben de neden yok, adaletin bu mu dünya moduna geçer insanoğlu. Bu durum tamamen gelir dağılımı adaletsizliğinin olduğu toplumlarda düşük gelirlinin yüksek gelirlinin hayatına bakıp, ister gıpta deyin ya da isterseniz haset deyin, onun yaşadığı hayatın çok cazibeli ve doğru olduğunu düşünmesi gibidir.
 
Senin takımın para yok diye 6-7 yabancı ile oynarken rakibin 14 yabancı ile oynadığında ve yarışta geri kaldığında taraftarın baskısına verecek cevabın olmadığı için kendini düzeltmek yerine rakibinin yabancısının azaltılmasını istemek tamamen abesle iştigaldir.
 
Bu durumda yapılması gereken en önemli atılım teşvik sisteminin çalışmasını sağlamaktır. Havuzda biriken meblağların akademilerin kurulması, var olanların iyileştirilmesi için kullanılması şarttır. Ancak bu şekilde yerli oyuncunun önü açılabilir ve ülkeye gelen yabancı oyuncular ile rekabet edebilir. Kendi takımında yabancı oyuncuyu alt edemeyen Türk oyuncu milli takıma gittiğinde rakip olduğu takım arkadaşını nasıl yenecek bunu da düşünmek gerekir. Yabancı ile rekabet ederek futbolcuyu ihracata hazır hale getirirsiniz zira hem o meydan okuma yerli gençlerin fiziksel ve taktiksel gelişimini sağlayacak, hem de iyi yabancıları bir okul gibi kullanarak mental gelişimine yardım edecektir. 
 
Bunları yapmaz isen kendin çalar kendin oynarsın, kapalı dünyanda yolunu bulmak için bir ışık arar durursun.
 
Yerli oyuncu teşvik sisteminin aktif olduğu günümüzde Kabak, Demiral, Ünder, Çelik gibi kendi ülkemizden yetişen oyuncuları ihraç ettiğimiz ve yakın gelecekte de Akgün, Ömür, Yazıcı, Özer ve Aksu (İstanbulspor) gibi oyuncuları edeceğimiz kuvvetle muhtemelken bu sistemin başka yönlerini tartışmak gerekir.
 
Yazımızın başına dönecek olursak tefsirin kutsal bilgileri yorumlama olduğunu dile getirmiştik. Yüzyıllardır din kavramı, yanlış yorumlamalar yüzünden, onu takip eden insanları farklı yollara itmiş ve işin özünü kavramalarını engellemiştir. Bu da yeri geldiğinde paydaşlar arasında onarılamaz yaralar açmıştır. Orta çağ Avrupası’nda dinin yorumlanmasındaki fark sebebi ile çıkan savaşların nasıl büyük yol ayırımı yarattığı ortadadır.  Benzer yorum farkları Anadolu ve Mezopotamya’da olmuş ve sonunda hala düzeltilemeyen kaosların nüvesini oluşturmaktadır.
Futbol, din kadar inanç dünyasına hitap etmese de duygu yoğunluklu bir sosyal olgu olmakla beraber, en az dinler kadar mürit sayısına sahiptir. Bu sebepten içindeki karar vericilerin yorumlama yeteneklerinin azami olması zaruridir. Aksi takdirde yanlışlar başka yanlışları doğurmakta; bir çığ gibi büyüyerek akıl tutulmalarını ve yol ayrımlarını kaçınılmaz kılmaktadır.
 
Naçizane tavsiyem futbolu ve kurallarını tefsir edecek mekanizmaların eğitiminin birinci öncelik olması ve yorumları kendi çıkarlarından ziyade amme çıkarına yönelik yapabilecek zihinlerin karar verici olmalarıdır çünkü kendine yontulan yorumun da kimseye faydası yoktur.
Herkese sıhhat, huzur, spor ve akıl dolu bir hafta dileklerimle.


geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar