Tosun Paşa!

Tosun Paşa!


 

Geçtiğimiz hafta Cenk Tosun’un Everton’a transfer olması ana gündemimizi oluşturdu. Kimi gururdan kabardı, kimisi alınan parayı beğenmedi, kimi de gidilen takımı gitmeye değer bulmadı.

Herkesin görüşü kendinedir ama kaç kişi bu tip süreçleri devamlı ve sürdürülebilir kılmanın zaruretini ve yöntemlerini tartıştı, tartışılır. Belki de asıl gündem bu olmalıydı...

 

Daha önce de muhtelif defa yazdığım gibi futbol özelinde tüm sporlar bir ekol işidir ve nesilden nesile ‘know-how’ kalıtımıdır. Maalesef bu tip stratejik planlamaları ülkemizde pek bulamayız, olanları da ancak parmak ile gösterir, çocuklara masal olarak anlatırız, çünkü bir çok futbol düşünürü için bunlar Türkiye sınırları dahlinde gerçek olmayacak kadar masalsıdır.

 

Bizim, Cenk Tosun transferini değerlendirmek için bazı sorulara cevap verebiliyor olmamız gerekmektedir.

 

Soru: Gururdan kabarmalı mıyız?

 

Cevap: Ülke olarak üreten değil de tüketen bir ülke olduğumuz sürece bu tip transferlere gururlanmamız haklı ama kısa süren bir güzelleme şeklinde olacaktır. Övgüler düzülecek, her hafta sonu Everton maçları bilhassa canlı takip edilecek ama bir süre sonra kış uykusuna tekrar yatılacaktır.

 

Türk kulüpleri hem kendi altyapılarındaki oyuncuları hem de yurtdışından getirdikleri altyapı yaşındaki oyuncuları onların üzerine katma değer ekleyecek şekilde planlamalıdırlar. Türkiye Ligi’ni Avrupa’nın Katar’ı olmaktan çıkarıp Doğu Avrupa’nın Belçika ya da Hollandası yapmaları gerekir. Genç oyuncuların gönül rahatlığı ile kendini geliştirmesi için gönderildiği ya da kendi isteği ile geldiği bir lig haline gelmemiz bizim için bir çıkış yoludur.

 

Belçika ya da Hollanda gibi olmak için de plan program çerçevesinde ilerlemek gerekir. Bugün Altınordu’nun uyguladığı yöntem buna en uygun olanıdır. Oyunculara sadece futbol öğreterek onları adam edemezsiniz zira futbol dışında geçirdikleri zaman, oynadıkları zamandan çok daha fazladır ve Avrupalı için o süredeki davranışlar ve özellikler de karar aşamasındaki anahtar faktörlerden biridir.

 

En az bir yabancı dil, kriz yönetimi, medya yönetimi ve pozitif/sosyal bilimlerde eğitim bu oyuncuların spor harici dönemlerdeki mutlak tedrisatı olmalıdır. Oyuncularımızı “Lig uzun maraton, önümüzdeki maçlara bakıyoruz” formatından çıkarmamız gerekir çünkü yurtdışında sana bir mikrofon uzatıldığında bundan daha fazlasını hem de tercümansız olarak beklerler ve yapamazsan seni ayrı bir kefeye koyarlar. Hali hazırda bunun önemini ülkemize gelen kaliteli yabancıların mikrofon karşısındaki performansından da anlayabiliriz.

 

Bu açıdan bakıldığında Alman altyapısı almış, kariyer planlamasını doğru yaparak İstanbul’da yedek kalmak yerine Gaziantep ile hayatımıza giren Tosun’un kendine yaptığı doğru yatırımın meyvelerini aldığını görmekteyiz. Bir proje adam olarak kendi kişisel gelişimine yapılan katkının Şenol Güneş gibi bir katma değer ustası ile birleşmesi ise önemli bir şanstır. Kariyeri boyunca Şota, Tekke, Burak Yılmaz, Umut Bulut, Fernandao, Gomez gibi golcüleri parlatan ve büyük transferler yapmalarını sağlayan Güneş’in elinde olması Tosun’un, özellikle bu sene kendisini PL’ye gönderen, performansını daha rahat göstermesine yardım etmiştir ama kabul etmemiz gerekir ki bu gurur sadece oyuncunun kendisi, ailesi, kulübü ve taraftarı için vardır, ülke futbolunun genelini yansıtamaz. 

 

Parasızlıktan Cenk’i ülke futboluna sokan kulübün kapandığı bir ortamda ülkecek gururlanmak sadece hamasettir.

 

Soru: Alınan bonservis bedeli az mıdır?

 

Cevap: Kabul etmek gerekir ki biz ülke olarak kendimizi dev aynasında görmeyi seven bir toplumuz ve bu psikoloji bizi olayları yorum aşamasında her zaman yanıltıyor ve sükutu hayale uğratıyor. Daha önce ülkemizden Avrupa’ya giden en pahalı oyuncunun 15,6 milyon civarında bir para ile Real Madrid’e giden Elvir Baljiç olduğunu ve bunun ne kadar Toshack kıyağı olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimizi var sayarsak Tosun için alınan para hiç de azımsanamayacak bir meblağdır. Zaten Baljiç sonrası en yüksek bedelin de 2017 yazında bir Altınordu+Başakşehir projesi olan Cengiz Ünder’e verilmiş olması yukarıda yazdıklarımı onaylar niteliktedir.

 

Arsene Wenger’in oyuncular köreliyor diye kiralık oyuncu göndermeyi yasakladığı, stoper diye kiralanan Denayer’i sağ bek, sol bek, ön libero oynattığı için City’nin uyarı verdiği bir ligden Portekiz fiyatlarına oyuncu satılmasını beklemek şu aşamada hayalciliktir.

 

Unutulmaması gerekir ki Tosun’un parlamasına CL maçlarındaki performansı yardımcı olmuştur. Sene sonunu bekleseydi daha büyük rakama giderdi tezinin aksine eğer kalsaydı bundan sonra önünde, bir futbol mucizesi olmazsa, sadece iki CL maçı olacaktı. Ondan sonra Avrupalılar onun fiyatını Evkur Y.Malatya maçı ile mi artıracaklardı (!), sanmıyorum...

 

Ticaretin genel kuralı olarak, mal ederini bulduğunda satmak gerekir. Hele paraya ihtiyacın varsa ve bu parayı Dünya Kupası’na gidemediğin bir haziran ayında bulamama ihtimalin varsa tek çözüm ‘Sat, gitsin’ dir.

 

Ülke olarak, oyuncuya, Portekizli’nin baktığı gibi, potansiyel bir ihracat kalemi olarak bakmadığımız sürece bu bonservis bedellerinin ötesine çok zor geçeriz.

 

Soru: Daha iyi bir takıma gidebilir miydi?

 

Cevap: CL oynayan bir takımdan Avrupa Ligi seviyesine inildiği doğrudur çünkü Everton’un PL’nin 6 büyükleri arasına girmesi kısa vadede pek mümkün görünmemektedir. Fakat yine bu konuda da dev aynası rasyonel düşünme konusunda karşımıza çıkan en büyük engeldir.

 

Benzer tartışmaların Tuncay-M’Boro, Tugay-Rangers, Nihat-Sociedad transferleri döneminde de yapıldığını hatırlıyorum. Sanki bizim büyük kulüpler Avrupa’nın tozunu her sene atıyormuş gibi millete kulüp beğendirmemek aslında trajikomik bir durumdur.

 

Sanırsınız ki City, Madrid, Barcelona kapınızda bekliyor ve siz Everton’a veriyorsunuz. Bu şekilde Everton’u küçümseyip transferi eleştiren insanların Arda Turan’ın neden GS’de oynarken değil de Atletico’da oynarken Barçelona’ya transfer olduğunu ya da Tugay’ın İskoçya üzerinden PL’ye intikalini sportif açıdan detaylı olarak irdelemesi gerekir.

 

Kabul etmek gerekir ki bizim ligimiz A+ takımların ilk onbirine direkt oyuncu verecek kalibrede henüz değil ama üzerine, yukarı belirttiğim konularda, yatırım yapılırsa olmaması için hiç bir neden yoktur. Buna mukabil olarak Everton ve Sam Allardyce bu kalibreye çoktan ulaşmışlardır. Daha önce Lineker’i Barcelona’ya, Rooney ve Lukaku’yu United’a, Stones’u City’e, Barkley’i Chelsea’ye ve Gravesen’i Real Madrid’e satan Everton’un Tosun için iyi bir zıplama tahtası olduğu aşikardır ve bence en büyük şansı da Şenol Güneş gibi bir oyuncu parlatma ustası hocaya rast gelmiş olmasıdır. Big Sam babacan yaklaşımı ile Cenk’in performans artışına mutlaka katkı verecektir. İngiltere gibi profesyonelliğin had safhada olduğu bir ligde adaptasyon sürecinin aşılmasında Cenk için büyük şanstır.

 

Dolayısıyla Everton, ihtiyaç doğrultusunda, hem bu paralara çıkan tek kulüptür hem de PL’ ye giriş için doğru bir gümrük kapısıdır.

 

Sözün özü, Cenk Tosun’u ve kariyerini çizen tüm paydaşları tebrik etmek çok önemlidir; başından beri doğru hamlelerle çizilmiş bu yolun, futbolumuzu yönetenler tarafından “hüsnü misal” olarak acilen algılanıp Altınordu yapılanmasının ve ihracat kültürünün ülke sathına yayılmasını hızlandıracak adımların atılması da zaruridir.

 

Herkese akıl, sıhhat, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum..



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar