UZAT ŞU LANET TEREYAĞINI

UZAT ŞU LANET TEREYAĞINI


Malmö’nün Rosengard semti genelde göçmenlerin yaşadığı sosyal konutları barındıran, geceleri tek başına sokaklarında gezmeyi erkeklerin bile iki kez düşüneceği bir yerdi. Bosna’dan, yeni bir hayat kurmak için göçen İbrahimoviç Ailesi de işte bu semtte hayata tutunma mücadelesini başlatmış ve ileride dünya yıldızı olacak oğulları Zlatan da burada dünyaya gelmişti.
Bugün kendi adını taşıyan, Rosengard semtindeki mezarlığın yanındaki, karanlık tünelden ya çaldığı bisiklet ya da yaya olarak her gece geçip eve dönen Zlatan’ın hayatı tahmin edebileceği gibi dikensiz bir gül bahçesi değildi. Ayrı ebeveynler, 3 çocuğunu büyütmek için temizlikçilik yapan bir anne, alkol problemi olan gece bekçisi bir baba ve Malmö altyapısında başlayan bir kariyer o günleri özetlemek için kullanabileceğimiz anahtar kelimeler olabilir.
Zlatan, bence yazılmış en önemli sporcu biyografilerinden birisi olan I am Zlatan (Ben Zlatan) adlı kitabında o günleri anlatırken kendi mücadelesini hep kıyaslamalı olarak anlatıyor ve bunda da çıktığı ortamı ve karakterini şekillendiren güç savaşını gözler önüne seriyor.
Malmö altyapısına giderken oraya gelen zengin, kibar, eğitimli, kaygısız ve kendi tabiri ile sarışın İskandinav çocuklardan hem davranışları hem de oyun stili ile ayrılıyordu. Sahada sürekli küfür eden, çalım atarak İskandinav kültürünün çocuklara vermek istediği sistemi ve düzeni bozan Zlatan’ın takımdan atılmasını istiyorlardı diğer veliler çünkü o ahengi ve ezberi bozuyor, çocuklarının hakkını yiyordu. Zaten küfürlü konuşmaları ile takım arkadaşlarına kötü örnek de oluyordu.
Fakat Zlatan böyle düşünmüyordu. Çünkü o hiçbir zaman birbirlerine sevgi sözcükleri ile hitap eden, filmlerdeki gibi, bir aileden gelmemişti. Masaya oturduklarında “Tereyağını uzatır mısın hayatım? Tuzu verir misin tatlım?” gibi cümleler kuran bir aileden çıkmamıştı. Aksine kavga gürültünün hâkim olduğu, aile bireylerinin masadaki yemeklere saldırdığı, “Uzat şu lanet olası tereyağını” cümlesi ile yoğrulmuş bir hayatın içinden çıkarak ona tutunabilme mücadelesi veriyordu.
İmkansızlıklar ona tek başına hayata karşı savaşma gücü, kendinden başka kimseye güvenmeme, sürekli çalışma, eldeki ile yetinmeyip daha iyisini isteme, işine ve kazandığı paraya saygı duymayı öğretmişti. Bugün o kafa ile kariyerine başlayan geçmişin bisiklet hırsızı çocuk 38 yaşında ve devre arasında Real Madrid ile ismi anılıyor çünkü kendine bakıyor, kendine güvenenlerin bu inancını boşa çıkarmamaya çalışıyor.
Bütün bunlar nereden aklına geldi diye soracak olursanız Türkiye Ligi’ndeki bazı yıldız statüsündeki oyuncuları izlemeniz yeterli diyebilirim.
Bursa ve Schalke maçlarında izlediğim Sinan Gümüş, Schalke maçında izlediğim Eren Derdiyok, son aylarda gözlemlediğim Oğuzhan Özyakup ve bunun gibi daha nicelerini izleyince hep Zlatan ve onun hayata tutunma mücadelesi aklıma geliyor.
Tesadüf bu saydığım 3 oyuncu da Zlatan gibi göçmen ailelerin çocukları olarak dünyaya kendi vatanlarının dışında geldiler. Onların da elleri yağda ve balda değildi, zaten olsa futbolcu olmazlardı. Büyük ihtimalle kurtuluşu bu mecrada aradılar ve başarılı oldular.
Özellikle Eren ve Oğuzhan, Sinan’a göre daha iyi bir kariyer ile Türkiye’ye geldiler ama bugün gördüğümüz tablo bu oyuncuların stop tuşuna basıp, rölantide yokuş aşağı gittiklerini maalesef bizlere göstermektedir.
Sinan Gümüş için ayrı bir parantez açmak gerekir zira insanın eline hiçbir iş kolunda bu kadar çok şans hem de bu kadar genç yaştayken gelmeyebilir. Önemli olan bu şansın ehemmiyetinin farkına varıp, sıkıca tutunmak ve buradan gerekli performansı, kariyer yapılanmasını çıkarabilmektir. 
Lakin, bir taraftar grubunun ömrü Sinan ne zaman patlayacak acaba diye beyin çürütmekle geçiyor ve daha ne kadar daha beyin patlatılır bilemem. Geçen sene Konya’ya atılan son dakika golü ise Sinan’ın hala güvendiği, ona Aydın Yılmaz’ın da Konya’ya son dakika golü attığını ve bugün nerede olduğunu birilerinin hatırlatması gerekir.
Hocası tarafından gerek imkansızlıklar gerek de kendine duyulan güven sonucunda bu kadar şans verilen bir adamın topu ayağına alıp, kafasını yere indirip kendi soluna dribbling yapıp topu ters tarafa vermek isterken kaptırmaktan daha ötesini mutlaka yapması, yapabiliyor olması ve daha da önemlisi bunun artık işe yaramadığının farkına varıp, yani kendini bilip, düzeltmek için yemeden içmeden çalışıyor olması gerekir. Ama sahada gözükenler bir arpa boyu bile gidilemeyen bir yola tanıklık ettiğimiz hissini bizlere veriyor. İşin daha da kötüsü bu kaostan çıkmak için çaba da gösterilmiyor.
Bundan iki ay önce Trabzon maçında yapılan hata ne ise iki ay sonra Schalke maçında da aynı şeyi görmek zaten insana bunları sorgulatıyor. Bu insanlar hiç mi bireysel taktik, bireysel eğitim üzerine kafa yormuyorlar diye sorasım geliyor.
Benzer şeyler Derdiyok için de geçerli aslında zira tek santrafor kaldığın ve en sağlıklı kalman gereken bir dönemde sahneye konan performans hiç umut vermiyor. Tamam, herkes ocakta yeni santrafor alınması gerektiğini söyleyerek senin motivasyonunu düşürüyor olabilir ama bundan iki sene önce Rize’ye de o müthiş golü ben atmadım ki…
Senin potansiyelin varsa nereye gitti? Neden koruyamadın? 
Bundesliga oynamış bir oyuncunun dün akşam Schalke maçı performansına bakıyorsunuz, yanındaki adama pas vermekten acizmiş izlenimi veriyor. Bu durumda ocak ayında oyuncu şart diyenleri performansı ile utandırması gerekirken, haklı çıkarmak için her şeyi yapan bir oyuncuya tanıklık ediyoruz.
Oğuzhan’ın durumunu ise takımın sistemindeki tıkanıklığa kişisel olarak cevap verememe olarak da yorumlayabiliriz. Biliç’in son senesi ve Güneş’in ilk 3 senesi boyunca ortalama 40 maça çıkarak istikrarlı bir performans sergileyen ama Sosa’nın ayrılması sonrası BJK’nin zayıflayan merkez oyunun yarattığı anafordan bir türlü kurtulamayan Oğuzhan’ın oyununu evirememesi ve bunun için de herhangi bir çaba içinde olmak yerine kendini sürekli taraftara anlatmaya çalışan bir oyuncu haline gelmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.
26 yaşındaki bir oyuncu, oyununu evirmek için henüz geç kalmış değildir. Biz bu topraklarda transfer rekorları kıran Gaziantepli 10 numara Ayhan Akman’ın kariyerini Galatasaraylı defansif orta saha, arı gibi koşan, pres yapan tüm dönen topları alan Ayhan olarak bitirdiğini de gördük, Konyasporlu santrafor Suat Kaya’nın atom karınca edası ile kariyerini sonlandırmasına da tanıklık ettik.
Bu sebepten değişmek için mücadele edeceksen 26 yaş çok müsait bile diyebiliriz yeter ki mesleğine tutunma kaygın olsun bu hayatta. Oğuzhan’ın da Sosa gibi oynadığı takıma bir stil oturtmaması için yetenek bazında herhangi bir eksiği ve görünür sebebi yoktur ama işine saygı, hayat ile kavga, kendine güvenme gibi özellikleri var mı onu da bize zaman gösterecek.
Bu üç oyuncunun da şansı hem takım hem de kişisel kaosları iyi yönetebilecek hocalarla çalışıyor olmalarıdır. Terim ve Güneş, bu oyuncuların mücadele ettiklerini ve kendilerini geliştirmeye çalıştıklarını görürlerse, zaruretten değil hak ettikleri için o formaları onlara verirler ve seyircinin desteğinin de geri gelmesini sağlarlar çünkü seyirci mücadele ister, kan, gözyaşı ve ter görmek ister. Onu hissettiği an zaten sana destek olur ve senin de oyununu ileri taşımana yardımcı olur ama her şeyi de hocalar yapamaz. 
Onlar sana yol gösterirler, icra edecek ve sana söylenenleri bir tık yukarı taşıyacak olan da oyuncunun içinde yanan ve ona “Atla şu eşiği artık” dedirtecek iç sesi ve savaşma azmidir.
Velhasıl, Zlatan’ın bundan 25 sene önce Malmö’de yapmaya başlayıp Dünya’nın muhtelif köşelerinde sergilediği mücadelesinin ülkemizdeki ,ben tamamım artık, oldum, yıldızım diyen oyunculara örnek olması gerekir. Örnek olmadığı takdirde dünya yıldızıyım diye geçinen “adam gibi adam” abileri, kardeşleri gibi farklı hayatlar ve mecralar peşinde parlamadan sönmüş yıldızlar olarak tarihteki yerlerini alırlar. 
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta dileklerimle.
 


geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar