Başkanın Mesajı - 17.06.2014 Emre Toğrul (2013 - 2014)
Nem-i Route ( Güneşin Sofrasındayız)
Öncelikle bize bu muhteşem hafta sonunu yaşatan Abdülkadir ve Sonay Özbay, Yakup ve Sibel Özbay'a special thanks. Evsahipliğinin, ağırlamanın, konukseverliğin, ikramın, gönülden ilginin, samimiyetin ve sevgi dolu bir dostluğun kitabını yazan ve hepimize sayfa sayfa okutan bu dostlarımıza ve eşlerine binlerce teşekkür. Öyle dolu ve lezzetli iki gün yaşadık ki, anılar şimdiden belleğimize yerleşti. Gelebilen gelemeyene anlatsın lütfen.
Aylar önceden Kadir Özbay'ın kulüpte geçtiği altyazılar kimsenin dikkatini çekmemişti. Ulubatlı Sekreterim Body Mehmet'in gayretleriyle şekillenen listemiz İstanbul borsası gibi günlük dalgalanmalarla kah değer kazanıp kah kaybederken, hergün otobüsü küçültüp otel rezervasyonunu değiştiren Kadir'in bize tahammülüne ramak kala gün geldi. İstasyonun önünde buluşup, cumartesi sabahı yola koyulduk. 40 kişilik grubumuz, üzerinde ''Şehit aileleri Türkiye'yi geziyor'' yazılı bir Otobüsle yola koyulduk. Yılların seyahat deneyimi ve yolluk kültürü hemen kendini gösteriyor ve sıcak börek, enfes kurabiyeler ortaya çıkıyordu. Otobüsün ön bölümü ağır ekip olarak tabir edilen ağabey dostlarla doldurulmuş, arka tarafa ise çapulcular konuşlanmıştı. Ön tarafta ekonomi, politika, tarih ve coğrafyanın konuşulduğu bir açık oturum hüküm sürerken, arka tarafta ' çiş gelmesi' deyiminin cümle içinde kullanımının ansiklopedisi yazılıyordu. Her limanda sevgilisi olan gemiciler misali yol üstündeki her noktaya ''kutsal çiş bırakma' ritüelini yerine getiren kafilemiz ağır ağır ilerliyordu. Kervanın önünde Kadir, dünyanın 8. harikası şöförümüz Don Kişot ve muavinimiz tombik Sanço eşliğinde kafile ve bizi hedefte bekleyen Yakup. Ağır ekipten Tamer'in dolduruşuyla başkan neyini, nezaman bükmüş tezahüratları ile ilk mola K. Maraş Pınarbaşında veriliyor ve ''nonstop yiyin efendiler'' festivali başlıyordu. Devasa çınar ağaçları altında ve başkanın ahbabı bir dostun kılavuzluğunda Tandır, patlıcan Kebabı, Kuzu şiş, boncuk fileto selektif olarak midelere iniyor, maraş usulü lahmacun, organik yoğurt ve patlıcan söğürme salata takiben sindirim sistemlerimize konuk oluyordu. Ulubatlı Mehmet ise tüm etlerden ikişer porsiyon götürerek önümüzdeki uzun kışa hazırlanıyordu. Etin lezzet ve rehaveti ile ışıl ışıl gözler aniden başkana yönelince daha yeni kalkmış otobüs Mado evinde durdu. ''Dondurma öyle değil böyle yenir'' diyen grup ta geziye yavaş yavaş ısınıyordu.
Maraş'ı geçip Adıyaman'a uzanan yolda artık bünyelere depolanan gıdalarla tatlı bir rehavet ve hiçkimsenin farkında olmadığı uzun gece başlıyordu. Geçtiğimiz ilçeler ve yollar, bitki örtüsü, kahveden latteye, bitki çayından kapuçinoya içecekler, kestirmeler, sohbetler, mikrofon mavraları, atışmalar tutuşmalar ve illaki kutsal iz bırakma derken Adıyamana varılıyordu. O da ne; modern ve tertemiz, harika bir şehir. Sevgili Kadir ve Yakup bizi karşılıyor, odalara yerleşip kısa bir şehir turu atılıyordu.
Kadir uzun süredir bize sıra gecesi derken, benim gibi küçükken çingenelerin kaçırıp büyüttüğü bir adamı bile bu kadar etkileyebileceğini tahmin edememiştim. Renk renk halılar ve minderler üzerinde her ayrıntı düşünülerek hazırlanmış yer sofrasında, Adıyamanlı grubun ve solistleri Onur'un türküleriyle başlayan gecede, alkol ve cümbüş tavan yapıyordu. Neler yoktu ki. Dört kol çengi başkanın mikrofona gelişi, Bülen Arpaç'ın Ganime ile kurduğu korsan çilingir sofrası, önümüzde yapılan sakız çiğköfte, sanki yer sofrasına doğmuş havadaki Seyhan Rotari şürekası, Ece'nin aslında türkücü olduğunun anlaşılması, en göççüğü gan gırmızı klübümüzden göbek atmanın binbir şekli, darbuka, klarnet, davul, halay, türkü derken saati 01:00 ediyorduk. Adıyaman Nemrut'un nevi şahsına münhasır GDB ve eşleri tüm geceyi sanki kulüp üyemiz gibi geçiriyor ve başkan söylediği türkülerle kalbimizi fethediyordu. Otel önünde süren mavra ve kahve, Hasan, Özlem ve Ece'nin illaki ciğere gidelim ısrarları zor geçiştirilip yarım saat uyunuyor ve saat 02:00 da eksikisiz 3 minibüs Nemruta doğru yola çıkılıyordu. Aynı odaya ve birleşirilen yatağa istiflenen bebelerimizi geride bırakırken Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerindeki gibi karanlık içinde hızla ilerleyen minibüslerle güneşe doğru gidiliyordu.
Saat gecenin ikisi, kitle daha gram uyumamış, kan alkolle yüklü ve zifiri karanlık. Minibüslerde kimler yoktu ki. Saat 12'deki toplantıları bile kaçırabilen Bilici Tamer ve Gizer Bülent ve uyumlu seyahat guruları Ayça ve Feryal, Arpaçların Maradonası Bülent abi ve Armağan abla, tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşimiz Ahmet Hamdi Başkan ve zaaarif eşleri Laila, Akı'ların Serhan ve tam techizatlı kameraman eşi Sedef the Skull, Lord of the Kirve's Hasan ve Lordess of the Kivre's Füsunnnnnn, The Özsoy Dynasty presenting Mazhar, Göksu and special guest star Olgu, Protest man Mıstafa Guevera ve katlanan kadın Sema, Cem the dentist Özlem the Ceeeemtist, Four four two Osman ve 90+ sonsuz tolerans Demet , yıllardır ilk defa Cafersiz Ganime, Adana sosyetesinden yağsız Memet ve mecburen yağsız allahsabırversin Şehnazcıım, Paşa Kadir, Besnili olduğu rivayeti doğru çıkan Yakup Ağa ve eşi Sibel, Köçeknen türkücü, yetmezmiş gibi üç denede bizden cevval veled. Saat 4:20 tırmanırsın Nemrut'un tepesine, buzzzz, montlar battaniyeler. Hava bıçak, görüş net, Saat 4:50 ve muhteşem bir manzara, devasa heykeller, dağın tepesi, yok böyle bir doğuş, gerçek anlamda dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız. Hergün doğan, farkında olmadığımız, hayatımızın ve yaşamımızın kaynağı olan Güneşi farkediyoruz hepimiz. Fotoğraflar, selfieler, bakın çekiyorumlar. Unutulmaz bir an. (Ölmeden mutlaka yapılacaklar listesi)
Güneşi doğurduktan ve muhteşem heykellerle ilgili bilgiyi aldıktan sonra ilk defa hepbirlikte pazar sporu yaparak tepeden indik. Tekrar bir trophy, Atatürk barajının taşıdığı bereketle dolmuş buğday, nohut, tütün tarlaları arasında bir Anadolu sabahı, saat 6:30. Kadir ve Yakup her an yanımızdalar, görülmesi gereken dünyanın en eski aktif köprüsünü, biribirinden muhteşem heykellere bizi taşırken bölgenin sosyopolitik kültüründe ve tarihinde canlı bir yolculuk yapmamızı sağlıyorlar. Besni'nin ağalarından dinliyoruz, keyfe bak. Nihayetinde saat 9:00 oluyor ve kendimizi Atatürk barajının kıyısında Saklıbahçe'de buluyoruz. Herkes acıkmış. Herkes yorgun. Ammavelakin bir kahvaltı sofrası ki sormayın gitsin dostlar. Bu kahvaltı ise neden 4 çeşit tepsi böreği var, bu 6 çeşit zeytinyağlı neden, köfteler ve soğuk mantı enfes, bu ne çorbası Kadir böyle, özel ekmekler, peynirler, beş çeşit zeytin, taptaze yeni koparılmış armutlar, bir tepsi tel kadayıf vs, vs, vs. Kahvaltıya kendimizi adamışken bebelerimizin 5:30 da uyandığını ve kayınvalidenin zorda olduğunu öğrenerek bir grup otele dönüyor diğer grubun damak şöleni sürüyordu .
Uykusuz 36 saate doğru giderken, yorgun bir huzur hepimizin yüzüne yayılıyor. Kadir memnuniyetimizi sorgularken diyorum ki; Kadirciğim, ağzımızın oynadığına bakma, biz keyiften geviş getiriyoruz. Bir saatte toparlanıp otelden ayrılıyoruz ve altın vuruşu yapmak üzere Kadir Özbay'ın çiftliğine doğru yollanıyoruz. Kadir'in bu tarlalar bizim demesine müteakkiben 5 km gidiyoruz. Sevgili dostlarımız Özbayların babaevindeyiz artık. Yolkenarında otobüsten indiğimizde nektarin tarlasının ortasında bizi bir otağ çadır karşılıyor. Sevgili Sonay ve Sibel sabahtan itibaren hazırlığa başlamışlar. Siyah kıl çadırın altında harika kilimler ve minderler, atıyoruz kendimizi üstlerine, saat 14:00 ve öğle sıcağına rağmen esinti var. Evsahiplerimiz sanki yeni gelmişiz gibi, iki gündür bizle beraber değillermiş gibi samimiyetle bizi kucaklıyorlar. Onların bu ilgisi herkese yayılmış. Masalar donanıyor. Tarla ortasına buzdolabı bile gelmiş. Tadı ömür boyunca unutulmayacak bir cacık, buz gibi ve içinde taptaze semizotu. Üçüncü tabaktayken ''yeter olum doyacan'' diyor Tamer. Tarladan yeni toplanmış soğan sarmısak misss, organik bir çoban salata. Çökelekli gözlemeler ağızda dağılıyor. Beyaz bulgurun üzerindeki muhteşem kavurma saçların üstünde masaya geliyor ve sabah ıslanmış yufkayı kaşık gibi kullanarak dalıyoruz. Doğuştan tok minik oğlum bile eti ağzına aldığında bu ne diyor ? Başkan diyorlar: bir konuşma yap. Amma velakin ne başkanın konuşacak nede dostların dinleyecek durumu var. Millet allahına kadar yumulmuş, afı küfü yutuyor. Bir hafta önce Berlin'de kısıtlı Michelin yıldızlarını sayan Gurme dostlarımdan birine, odun ateşinde pişmiş kavurmayı yufkaya doldururken soruyorum: Bu kaç yıldız dostum? Yanıt: Başkanım bu samanyolu samanyolu.... Yemek bitince hepimiz minderlere seriliyoruz. Bunca lezzet ve relaksasyon neticesinde salınan endorfinin etkisiyle zavallı ve biçare bünyelerimiz artık dayanamıyor. Gitmek mi zor kalmak mı zor diye çalarken sazlar, masalar bir anda dörtmevsim meyveleriyle donanıyor. Bülent Gizer kulağıma eğiliyor ve'' eğer elimizi çabuk tutmazsak ikramdan telef olan ilk kitle biz olabiliriz'' diyor. Ve dönüş yoluna geçiyoruz. Teşekkürler Kadir-Sonay, Yakup-Sibel ve Kadir'in biribirinden tatlı evlatları. Bize, o geleneksel konukseverliğin, samimiyetin ve dostluğun ne denli sıcak ve tadına doyulmaz olduğunu tekrar gösterdiğiniz için. Elimizi doğru dürüst cebimize atamadan, gözümüzü kapamadan, otelde bile yatamadan, sıkılmadan, utanmadan harika bir tatil geçirdik.
Dönüş yoluna geçtiğimizde ise değişen birşey yoktu. Artık alışmış kudurmuştan beterdi. Olanlar ise olmuşlardan anlaşılacağı gibi artık rutin ve sıradan kabul ediliyordu. ''Kutsal iz bırakma ritüeli'', ''Mado'dan dondurma yenmeyecek mi şimdi obsesyonu'', '' Secret misafirin kim olduğunun anlaşılamaması'', yolda bizden önce inen muavinin esrarı, dönünce Beşocağa gidelim mi diyen Mehmet Aytekin'e anlamlı bakış. Biran Cem Kurdoğlu'nun bile eğlendiği hissine kapılıyorum. Osman otobüste maç seyretmeyi, Sedef karanlıkta kitap okumayı, Şehnaz aydınlıkta uyumayı keşfetti. Mustafa Gökçen hiç itiraz etmeden, Sema da buna şaşırarak geziyi tamamladı. Ece'yle Özlem'i bile ayırdık ama maalesef Ahmet Hamdi ile Leyla'yı ayıramadık. Bu ne aşk kardeşim. Armağan abla 40 saat uyumadı ama saçı bile bozulmazken Bülent ağabey duygusal anlar yaşattı bize. Bülent Gizer Tamer'e takılmadan 24 saat geçirdi. Feryal ve Ayça yemekte, göbekte, mavrada ve dağa tırmanmada as kadrodaydılar. Hasan-Füsun Aktı kumruya bağladılar, nooluyor Hasanım, bu mevsimde bu aşk. Mazhar 10 cümleyle geziyi tamamlayarak rekorunu egale etti. Olgu'yu çok sevdik. Göksu'da bir ikram ve aktivite gurusuymuş, hşşş, her geziye yazın ismini. Ganime Ganime olalı böyle zulüm görmedi. Kayınvalidem de payını aldı. Serhan Akı rakının dibine Nemrutun zirvesine vururken oldukça formda gözüktü, kardeşim benim. Efe, Sude, Mert, Naz, Ada ve Emre JR sizlerede teşekkürler.
Hülasa sevgili Kadir'in bize vadettiğinin ötesinde mükemmel bir gezi oldu. Bize çıtlatılan bazı şeylerin gerçekleşmemesi hayal kırıklığı yarattı. Özellikle bölgenin ünlü bir STK'u tarafından durdurularak kimlik kontrolüne alınmamıza, bombaların silahların gölgesinden yararlanamamıza, ortalıkta asker ve polis görememize, Adıyaman'ın yer yer Adana'dan modern ve güvenli görünümde olmasına çok şaşırdık. Kadir inşallah bir dahaki gezide bunları halledeceğim başkanım dedi. Şaka bir yana vezirlik ile rezillik arası geniş spektrumda incelenebilecek olan, birlikte seyahat etmek gibi bir aktivitemizi daha uyum, keyif ve dostlukla tamamlıyorduk, mutluyduk. Hepinize teşekkürler ve sevgiler. Başkanınızı çok mutlu ettiniz, allahta sizi mutlu etsin dostlarım.
Sevgili dostlarım, bu son yazım. Yarın genel kurulumuz ve haftaya devir teslimimiz var. Katılımlarınız çok önemli. Biz bugün varız, yarın yokuz. Başkanken en iyi anlaşılan, hissedilen ve benliğinizi en çok meşgul eden şey varlık ve yokluk. Varlığınıza seviniriz, yokluğunuza üzülürüz, dostluğunuz ile avunuruz, bana ve bütün başkanlara sizi gerek sizi.
Sağlıkla kalın
Emre Toğrul
geri
