Gemi - The Ship

Gemi - The Ship


Gemi  ( The Ship)
( Seyhan Rotary Yayınları 2013)
(Bu mavradram tarzı romandaki tüm karakterler hayal ürünü olup isim ve olay benzerlikleri sadece rastlantısaldır. Sürç-ü lisan otomatik olarak ignore edilebilir.)
 
2013 Sonbaharı. Şakirpaşa havaalanının anababa günü olduğu saatlerde, uzunca kuyruğun sonundaki orta yaşlı, yakışıklı, hafifçe dolgun adam dikkat çekiyordu. Zarif eşi daha şimdiden tatilin keyfini çıkarmaya hazır vaziyette çantadan pasaportları çıkarttı. Üzerindeki şık kıyafete rağmen rahat ve sade duruyordu. Biraz ilerde yedi denizin dışarı attığı veletlerle oradan oraya koşan seyahat dostlarını gören adam biran ürktü, zarif eşine dönerek fısıldadı;
-  ..ku yedik Figen !
Yılların kurt  işadamı ve çiftçisi olmasına rağmen nasıl böyle bir tufaya düştüğüne anlam veremedi. Figen akıllı kadındı ve yakışıklı kocasını  severek evlenmişti. Onu sakinleştirmek yine Figen’e düşüyordu.
-  Tanrıdan ümit kesilmez Süleyman, dedi.
Adam biraz ileride oturan, Aladağları daha serin olması nedeniyle haritadan silen, sakin tavrı nedeniyle Himalayalardaki felsefe okullarının kapısına kilit vurduran Tamer’e yöneldi. Tamer ağabeyine ‘’kafanı yorma’’ babında bir göz atarken, kimse bunun bu seyahatteki 32433 göz atıştan ilki olduğunu tahmin bile edemedi. Tamer tarafından kafaya alınmadan seyahatin bitmeyeceği aşikardı. Grubun başkan dediği adam Tamer’in masasına doğru yaklaşırken, ailenin küçük ferdi Emre doğruca Efenin kucağına atladı. ‘’ Efe sen yerdesin ?’’ sorusuyla sarsılan Efe bunu seyahat boyunca yüzlerce kez duyacağını nereden bilebilirdi. Bir seyahat gurusu olan  Ayça ‘’ biz neler atlattık, bunuda atlatırız canım’’ havasında kahvesinden bir yudum alıp umarsızca önündeki Tamer’e baktı. Ayça’nın bu seyahatlerin vazgeçilmezlerinden olduğu sonradan anlaşılacaktı. Tamer sakince başkana döndü, ve dudak bile kıpırdatmadan dile geldi.
-  Başkan, bu bayramı da yine kilisede karşılarsam, çarpılacam şerefsizim.
Başkan ağız kulakta gülerken aniden havaalanı kapısından giren çifte gözü takıldı. Üzerine Hasan Aktı reklamı almış bir Versace pantolon kendine doğru ilerliyordu. Başkanın kirvesiydi ve o olmadan olmazdı. Yanında grubun neşesi olacağı daha içeri girişten belli tatlı Füsun değimliydi. Füsun çocukken uzaylıların gizlice vücuduna yerleştirdiği ‘’ ey mü-min, çocuklarına alışveriş yap ki cennetin kapıları sana açılsın’’ muskasının bu seyahattede onu yalnız bırakmayacağını nereden bilebilirdi. Başkan Füsun’suz bir gezinin soluk olacağını baştan görebiliyordu.
Başkan gruptan ayrılıp alanı şöyle bir turladı. Bilet sırasında hangisinin baba, hangisinin anne, hangisinin çocuklar olduğu anlaşılamayacak benzerlikteki Aytekins Family ile 4X4 Demirağs daha şimdiden mavrayı ısıtıyorlardı. Seyahatin dostluk katsayısı yükselirken başkan hepsine bir iyiki varsınız bakışı attı. Baba Aytekin yüksek taşıma kapasitesi ve hertaraftan görülebilen kafası nedeniyle iyi bir seyahat arkadaşıydı. Şehnaz ise fit bir maratoncu aynı zamanda bir seyahatseverdi,  ona göre bu yolculuk küçük bir geziydi. Tüm aile Aytekins Daily manuel’e göre hareket ederken biranda anne Aytekin’in sesi alanda yankılandı.
-  Mehmet ( aman tanrım, ortadaki h harfi H, hatta H, hatta H şeklindeydi)
Baba Demirağ ise önce bacakları arasından geçen minik canavarlara ve her tonda ağlama sesi çıkarabilen minik Ece’ye şöyle bir baktı,  tüm yönlere imageless robotik dönüş yapabilen kartal bakışlarıyla alanı taradı ve yanında büyük bir aşkla ona doğru bakan güzel Leyla’ya dönüp dudak hareketleriyle sessizce konuştu;
-  Leyla, yol yakınken dönsek mi?
Leyla’da akıllı kadındı ve Ahmet’i prototip olarak kullanıp farklı cins olmalarına rağmen aynı davranabilen Şükran ve Cumhur’u klonlamış, üstünede iki felsefe kitabı bitirmişti. Durumu kurtarmak için Ahmet’in gözlerine baktı ve o sihirli gülümsemeyle o sihirli kelimeyi fısıldadı.
-  Ahmeeeeet.
Bu kelimenin nasıl sihirli olduğunu tüm grup anlayacak ama iş işten geçmiş olacaktı. O ana kadar sıranın sonuna giren Kafkaslardan olduğu belli yağız delikanlı ve yanındaki gizemli kadın kimsenin dikkatini çekmemişti. ‘’Yeraltına in ki, mavranın merkezine ulaş’’ sözünün Zehra için söylendiği kesindi, sadece uzun süredir karıştırılmadığından mavra tortusu dibe çökmüştü. Azeri, yiğit bir hamleyle ‘’Zehra pasaportlar’’ dediği anda kimsenin gözlerine inanamadığı bir şey oldu. Zehra çevik bir hamleyle origami sanatının tüm inceliklerini konuşturarak katladığı Yakup’u çantaya özenle yerleştirip, çantadan pasaportları çıkardı. O aynı zamanda bir büyücümüydü ve Yakup’ta bunu biliyormuydu, şaşırıcı olanda buydu.
Başkan kendisiyle aynı kaderi paylaşan Özer’e yaklaştı. Kayınvalide, hanım ve en küçük çocuklarla bu seyahate çıkma cesareti küçümsenemeyecek bir maceraydı. Her nekadar seyahat sonunda bu hamle yol su elektrik olarak onlara dönecekte olsa birbirlerine sırt vermeden  edemediler. Kayınvalidelerden büyüğü seyahatin her anında tecrübeli bir ombdusman vasfıyla sihirli dokunuşlar yaparken diğeri sessizce minik Emre’ye bakıp olanı biteni izliyordu. Özer’le Emre’nin gözü Funda ve Ece’ye kaydı. Allahtan Ece Toğrul o gün giyecek yeterli kumaş bulmuş ve estetik bir ameliyatla cep telefonunu kulağından ayırtmış, Funda’da ilk defa aklını ofiste bırakmayıp yanına almış, sadece parmaklarını telefon klavyesinden kazıtmayı unutmuştu. Bunun böyle devam etmeyeceği seyahatin ilerleyen günlerinde anlaşılacak ve can çıkar huy çıkmaz lafı bir kez daha baş köşeye oturacaktı. 
Uçaklar uçakları kovaladı. Muhabbet, sohbet, çocuk sesleri birbirine karıştı. Uçak Roma semalarından Leonardo Da Vinci havaalanına doğru inerken Süleyman tatlı uykusundan uyandı. Rüyasında Londra’da bir et lokantasında nefis bir lezzete dalmış, dostları İlter ve  Hamdi ile sohbet ediyordu. Gözler açıldı ve korkunç gerçek arkadan gelen veled-i bağıriş-i ve dahi çağıriş-i ile yüzünde patladı. Figene döndü ve yaşlı gözlerle yalvardı.
-  Ne olur Figen, bana bunun rüya olduğunu söyle.
Evet bu bir rüyaydı, gerçek dostluğun rüyası. Ama Bilici olmasına rağmen bunun nasıl bir rüya olacağını o bile bilememişti. Hikayenin sonunda bu rüyada nasıl bir misyon üstlendiğine kendi bile şaşıracaktı.
 
 
 
ARKASI YARIN: 
Gemide neler oldu, kimler gruba katıldı ve gruptan ayrılamadı, Galatasaray ve Boğaziçi mezunu Rotaryen çocuğu mavi gözlü rehber neler dedi, Nasıl Romanın en güzel otelinde kaldık, gezideki çözülemeyen sır neydi, I-pad yiyen İspanyol merdiveni, Gazinonun gizemi, kim az daha gemiden düşüyordu, Hasan- Fisun güvertede nasıl aşk tazeledi, Belediye otobüsünde yanındaki Fransızdan akbil isteyen ünlü, Kaptan Emre’nin odasına neden geldi, 50 farklı şekilde Yunus diyebilen kadın, ne yenildi içildi, Funda tatil mi yaptı tatil mi yaptırdı, kimler çocuk baktı, birbirinden şık hanımlarımız, biribirinden güzel anılar, mavralar ve dostluklar ve daha fazlası bu romanda.
Bölüm 2: Roma Roma olalı
Bölüm 3: Palermoda bir Adanalı
Bölüm 4: Gemide isyan
Bölüm 5: Mallorcanın kilisesi kalaylı
Bölüm 6: İbiza mı, Yemişkumu mu ?
Bölüm 7: Cote d’Azur emrinize hazur
Bölüm 8: I found my love in Portofino
Bölüm 9: Anne, ne olur eve dönmeyelim.


geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar