HAFTANIN FİLMİ : KOMÜN (THE COMMUNE)

HAFTANIN FİLMİ : KOMÜN (THE COMMUNE)


Yeni nesil kafelerdeki komünal masalar kabulüm de olsa, ev ne kadar büyük olursa olsun aynı evde böyle bir yaşam çocukluğumdan beri pek öyle tercih etmediğimdir. Cinsel liberalliğin doruklarda olduğu yetmişli yılların bohem Danimarka’sında gecen filmde başarılı ve karizmatik Anna ile mızmız ve ego sahibi kocasının gerilmeye başlayan ilişkilerindeki gelişen olaylar konu alınmıştı. Babalarından kalan büyük evde tek çocukları ile kalan çift sıkıcı hayatlarına çeşni katmak için evi mutabık oldukları kişilerle paylaşma kararı almışlardı. Evin yeni konukları sonrası dönemde artan sigara ve bira tüketimi kadar maalesef alınan kararlarda daha bir aptalca olmaya başlamıştı. Çift evin sahibi de olsa, diğer ev üyelerini yönetmeme eğiliminde olup, böylesi bir durumda düzenin eskisine göre daha bir sömürücü olduğuna inanmaktaydı. Erik bu düşünceye sahipken, bir keresinde istemediği bir sonucun karara bağlanmasına verdiği tepki aslında birazda çifte standart sayılırdı. Çoğunluk kararının geçerli olması işin özünde bir tarafın diğer tarafa bir şekilde hükmü niteliğindeydi. Erik zaten akıllı olsaydı, oy çoğunluğunu en başta kabul etmeyip, objektif kriterler eşliğinde daha teknik bir seçim dinamiği sunmalıydı. Düzen olmadığında kargaşa olur diyenler bu defa haklı çıkmamıştı, o kadar ki hatta tam tersi yaşadıkları düzen kargaşanın asıl sebebi durumda idi. İhtiyaçları nedenli her birinin bu yaşamı seçmesi gayet normaldi, neticede böylesi bir hayat çok daha emin olandı. Zaten öyle de değil mi idi, güvensiz hissedip, riskin artacağını gören çoğu insan onca yıldır falan işteyim, şunu tanırım, bunu yaparım diyen bir ego ile kendini karşı tarafa sürekli kabul ettirme peşinde idi. NOT :7



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar