Dipteyim, Sondayım...

Winston Churchill, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, sanıyorum 1940 yılındaki seçim kampanyasında halkın karşısına çıkıp, “Size sadece kan, zahmet, gözyaşı ve ter vaat ediyorum” diyerek Lord Chamberlain’in yerine geçti ve ülkesinin bu savaştan mağlup olmadan ayrılmasını sağladı.

Olaylara gerçekçi yaklaşmak ve sebep sonuç ilişkisi ışığında insanları doğru yoldan sürükleyerek, onları tünelin ucundaki ışığa ulaştırmak, kitleleri yönetenlerin ya da yönetmeye talip olanların genel düsturu olmalıdır. 

Geniş kalabalıkları karşınıza aldığınızda ya da size kapalı kapılar ardında gökten inme yetkiler verildiğine, şirin gözünmek ya da koltuğunu bir ömür boyu koruyabilmek için yapmayacağı olmayan insanlara gerçekçi olmak hiç de iyi gelmez. Çünkü gerçekler acıtır ve bu adamların acıya ne tahammülü vardır ne de direnci.

Bir toplumda reform başlatmak, ancak o topluma hatalarını tek tek gösterip bunların vehametini anlatarak olur. Anlamayana anlayıncaya, anlamak zorunda kalıncaya kadar anlatmak gerekir. Bu ülkenin en büyük gerçeklerinden birin insanların IQ’larının konjonktürel olmasıdır. İşine gelince herkes herşeyi anlar ama anlamazdan gelir.

Şu andaki tablo dibe vurmuşluktur ve dibe vurmuş adamın daha öte kaçacak yeri yoktur. Mamafi, kendini en yükseğe çıkarmak için gerekli zıplamayı sağlayacak gücü de ancak dipten alabilir.  Şu anda herşey kötümser, bitik ve çözülemez gözükse de aslında bir şeyleri değiştirmek için herşeyin başındayız. Şimdiden daha kötü olamayız, artık çıkıp da federasyonunu, kulüp yöneticilerini, futbol akademilerini, futbolcularını, medyanı, hakemlerini ve taraftarını değiştirmenin zamanı geldi.

Şimdi değişmezse artık zor değişir… Artık insanlara gına geldi desek yeridir. Dinlediğinde herkes haklı ama aslında kimse değil. Spor sahaları insanların birbirinden intikamlarını kriminal çerçevede aldıkları bir platform olmamalıdır, zaten sporda intikam olmaz ancak rövanş olur. Kimse saha dışı oyunlarını ve dümenlerini birbirlerine soğuk tabakta sunmamalıdır. 

Spor dediğin hobi, maç günü 1 saat stada giriş, 2 saat de oyun süresi toplam 3 saatini ayırıp, haftanın stresini attığın ve hadi bilemedim hafta içi de hafif bir heyecanla maç gününü beklediğin bir unsur olmalıdır.  Şu anda ise, girerken ve çıkarken eziyet çektiğin, öncesi, esnası ve sonrasında cereyan eden olaylar sebebi ile daha çok gerildiğin, darp edildiğin, gün gelip polisle çatıştığın ve rahatlamak ,unutmak için hafta içi işe gittiğin bir rezalet haline dönüşmüştür.

İnsan hiç her haftasonu görmek için can attığı hobisinden kurtulmak için can atar mı? Toplum o raddeye doğru gelmektedir.

Birilerinin çıkıp düdüğü çalarak oyunu durdurması ve neyin peşinde olduklarını bu paydaşlara sormaları gerekir. Amaç üzüm yemek midir yoksa bağcıyı dövmek midir?

Bu saatten sonra oluşan tabloda “Türk Sporu”nu rayına oturtacak mentaliye kimse Don Kişot muamelesi yapmamalıdır ve zaten yapamaz da… Çünkü artık kral çok alenen çıplaktır.

Bu haftaki yazımı Gandhi’nin bir sözü ile bitirmek istiyorum:

“First they ignore you, then they laugh at you, then they fight you, then you win”*

( İlk önce sizi görmezden gelirler, sonra size gülerler, daha sonra sizinle savaşırlar, en sonunda siz kazanırsınız )

Herkese sıhhat ve spor dolu bir hafta diliyorum…

 



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar