French Kiss
The Observer dergisine verdiği demeçte "Her gün nereden geldiğimi düşünüyorum ve halen kendi kimliğimden gurur duyuyorum: ilk önce La Castellane sitesinden bir kabilim, sonra Marsilya'dan bir Cezayirli ve son olarak bir Fransızım” diyordu Zinedine Zidane.
1972 yılında Marsilya’nın banliyösünde başlayan Cezayirli Kabil’in macera sırası ile Cannes, Bordeaux, Juventus ve Real Madrid kariyerleri ile zirveye ulaşıyor ve Berlin Olimpiyat Stadı’nda İtalyan Materazzi’nin göğsüne vurulan bir kafa ile sona eriyordu.
Bordeaux ile 1996 yılında yaşanan ve UEFA Kupası Finali ile sona eren peri masalının baş aktörü Zizou, sıradan bir takımı çetedaşları Lizarazu ve Dugarry ile sınıf atlatmış ve finalde Bayern Munich karşısına neredeyse favori çıkacak hale getirmişti. Cezası sebebi ile oynayamadığı finalin ilk ayağı belki de kupaya mal olmuştu.
Akabinde Torino’ya yelken açıp Juventus ile bu sefer CL kaybetmişti, tam da acaba lanetli yeteneklerden mi sorusu akıllara gelirken yaptığı Real Madrid hamlesi ile belki de hala unutulmayan ve CL tarihine kazınmış bir “winner” golü attığı 2002 Glasgow Finali’ni yaşamamıza sebep oldu. Hala gözümün önüne Roberto Carlos’un soldan yaptığı ortaya vurduğu vole gelir, belki de böyle bir final golü bir daha göremeyeceğiz. O gece belki bir Türk olarak Yıldıray Baştürk’ün finali kaybetmesine üzülmüştük ama tarih penceresinden baktığımızda iyi ki de o gol olmuş diyoruz zira bu gol Zizou’nun kariyerindeki tek CL şampiyonluğu olarak tarihe geçecekti…
Yıllar geçti 2006 Dünya Kupası Finali oynandı, aktif futbol kariyeri bitti. O günden beri hiçbir Amerika, Körfez ya da Uzakdoğu takımına gitmeyip hep Real Madrid’in hizmetinde oldu. Zira o hep kendini “Los Galacticos” un bel kemiği olarak hissetti ve başka denizlere yelken açmadı. Hep Real Madrid efsanesi Zidane olarak kaldı.
Şimdi de can simidi olarak, hayat öpücüğü versin diye Benitez’in yerine takımın başına geçti. Kabul etmemiz gereken bir gerçek varsa o da 2014 CL başarısına rağmen son 10 yılda Real Madrid’in Barcelona’nın arkasında ikinci plana düştüğüdür. Takım artık Atletico ile ikinci olmak için yarışıyor, büyük transferleri başkasına kaptırıyor ve domine edemiyor. Bu sebepten kendi Guardiolası’nı, kendi Luis Enriquesi’ni bulmaya çalışıyor.
Şunu kabullenmek gerekir ki, Del Bosque haricinde Real Madrid’de bu yöntem çok işlemedi çünkü Real Madrid’in geleneksel oyun sistemi diye bir şey yoktur ve olamaz. Real Madrid’in transfer ve takım kurma sistemi vardır, başına da en uygun hoca geldiğinde, çok gol atan ve rakip tanımayan sezonlar yaşar. Bu sebepten yeri geldiğinde 32 sene CL’yi kazanamadığı olmuştur. Barcelona ise Cruyff’un (acil şifalar) La Masia akademisinin ve filozofisinin meyvelerini 90’lı yılların başından beri mütemadiyen yemektedir, çünkü onlar bir kulüpten ötesidir
(Més que un club). Buna mukabil, Barcelona’nın örnek alınması ne kadar doğru tartışmak gerekir.
Sonuç olarak Zizou’nun Cezayir aromalı Fransız hayat öpücüğüne bel bağlayan ve ondan medet uman Real Madrid ne kadar başarılı olacak göreceğiz ama Zidane gibi efsaneyi tekrar günlük hayatımıza soktuğu için bir teşekkürü borçluyuz.
Herkese sıhhat, akıl, spor ve huzur dolu bir hafta dilerim…
Haftanın Olayı: Lionel Messi beşinci kez Altın Top Ödülü’nü aldı. 2008 yılından beri Messi ve CR7’den başka alan yok, zaten bu sebepten ödülü bu ikisinden başka son alan kişi olan Kaka’ya verdirdiler. Bu olay artık insanın köpeği ısırmasına benzemeye başladı ama adamlar da iyi kardeşim…
geri

