Kış Lastiği...

 2006 yılında Belgrad’a yaptığım bir seyahatte, şehrin ve insanların nasıl da NATO bombardımanı altında ezildiklerine ve mutsuzlaştıklarına tanık olmuştum. Bombaların islerinden kapkara olan binalar, sanki buna paralel olarak kararan kaderleri yansıtıyor diye düşünmüştüm. Siyaseti ve orduyu yöneten kitlelerin yanlış kararlarının acısını halklar çekiyordu.

Belgrad’da AC Milan-Olympique Lyonnais CL Çeyrek Final maçı’nı izlemeye bir Sports Cafe’ye gittiğimde, bu insanların hala hayata tutunmasını ve ondan zevk almasını sağlayan en önemli unsurun spor olduğun fark etmem çok zor olmadı. Duvarlarda Sırp spor efsanelerinin tam boy fotolarını gördüğümde, içimden “Adamların da her dalda bir dünya yıldızı var” diye geçirdiğimi bugün gibi hatırlıyorum.

Çok değil ondan 15-20 sene öncesine kadar bu ülkeyi yöneten mentalitenin eseriydi aslında bu sportif ikonlar. Eski adı ile Yugoslavya’nın o kadar içine işlemiş ki spor kültürü, ne kadar bombalarsan bombala söküp çıkaramıyordun.

Belgrad’da parkların içindeki basketbol sahaları ve toprak tenis kortları Türkiye’deki özel tesislerle yarışacak seviyede idi. Tesisleri böyle olunca o zaman adamlardan daha rahat Djordjeviç, Bodiroga, Saviçeviç, Prosinecki, Djokoviç, Petroviç vs… gibi yıldızlar çıkabiliyor, bunu görüyor insan.

Spor kültürünün oluşturulması ve yaygınlaştırılması tamamen spora erişimin kolaylaştırılması ile doğru orantıda bir politikadır. Halk bir sporu ne kadar kolay yapmak imkânı bulursa, onu izlemeye de daha çok gider ve onda başarılı sporcu sayısı da artar.

Bu doğrultuda örnek veriyorum, Türkiye’de tenis oynamak günlük hayat içinde ne kadar kolay icra edilebilecek bir spor olursa seyircisi de artar, oyuncusu da… Bunun en güzel örneği dünyada, futboldur. İki taş ile kale yapıp, kâğıttan çoraptan yaptığın bir topla bile bu oyunu oynayabiliyorsan ve bir de buna bile seyirci bulabiliyorsan, bu sporun sevilmesini engelleyemezsin. Tenis gibi örnek verebileceğimiz bir sürü spor dalı var, çok beklentimizin olup hiç bir şey elde edemediğimiz. 

Buradan konuyu 2014 Soçi Kış Olimpiyatları’na bağlamak istiyorum. Her olimpik dönemde 3 tarafımızın denizlerle çevrili olduğu, doğu ve iç bölgelerimizin kayak sporuna çok uygun olduğu gibi ezber cümleler kurulur ama kimse dönüp de kendine bakmaz. 

Kış oyunları olmazsa TV’lerde kış sporu konuşmazsan veya göstermezsen, başta kayak olmak üzere çoğu buz sporunu, sadece parası olanların yaptığı spor konumuna düşürürsen, antrenman yapacak kayakçılardan telesiege parası almaya kalkarsan senin kayakçının sonuncu gelmesi bile başarıdır. Adam en azından oraya katılacak yüreği göstermiş, alkışlamak lazım.

Senin ayrı ayrı yaz ve kış amatör sporları politikan yok ise; malı mülkü satıp tüm paranı futbola yatırdığın halde, senin 10’da birini harcayan ülkeler hala seni geçiyor ve sana hala dank etmiyorsa, sen iç lastik ve şambrelden öte gidememişsin demektir…Ne acı!!

Bu kafa devam ettiği sürece biz anlık bireysel performanslarla yetinmek zorunda kalan ama spor kültüründe hiçbir yeri ve ekolü olmayan ülke sınıfından hiçbir zaman mezun olamayacağız.

Herkese sıhhat ve spor dolu haftalar diliyorum…

 



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar