Masum değiliz hiç birimiz!

2003 yılında Dünya 3. sıfatı ile gençlerden kurulu kadro ile yer aldığımız FIFA Konfederasyonlar Kupası’nda milli derecemiz olan üçüncülüğümüzü tekrar etmiş, bir nevi gönüllerin şampiyonu kontenjanından Dünya’nın gözüne girmiştik.

2005 yılında gençler kategorisinde Abdullah Avcı’nın takımı ile önce Avrupa Şampiyonu, sonra da Dünya 4.sü olduk. Normal şartlarda bu kadar kısa sürede gelen 3 tane başarı, başka bir ülke için, kurulacak bir ekolün mihenk taşı olabilecekken, bizim coğrafyada başaranların sırtını sıvazlayıp, bu başarılarını Cumhuriyet Altını’na tahvil etmekten öteye gidemiyor.

Bu şekilde devam ettiğin sürece ülkende değil bir sene, istersen her sene Dünya Kupası düzenle, seyirci de getiremezsin, televizyonda da izletemezsin, az kaldı üzerine para versen de bilet satamazsın. Geçen U20 Dünya Kupası’nın Kolombiya’da ortalama seyircisi 25000 iken (senin Süper Lig’in bu ortalamaya iki sene toplasan ancak ulaşır), senin ilk turların 4000 civarında bir ortalamaya oynuyor.

İnsanların bu çocukları gidip izlememesinin en büyük sebebi, ülkenin gençlere tahammül edememesi ve spor kültürümüzün gençlere şans verip onların büyük adam olmasını sağlayacak gelenek ve altyapıya sahip olamamasıdır.

Ekol oluşturamamızdaki en önemli faktör de bu aslında, tahammülsüzlük… Toplum olarak 80li yıllardan beri çabuk yoldan sonuca ulaşma alışkanlığı, bizi belki de geri dönüşü zor olan başarızlıklara itiyor.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

İngilizler, Heysel Faciası’ndan sonra kendi istekleri ile cezalarını 5 yıla çıkarttırıp, kendi içlerinde tartışarak sorunlarını çözdüler. Onların sorunu da bizim hiç yabancı olmadığımız sporda şiddetti. 86-91 yılları arasında Avrupa’dan men edildiler ve bu ceza sona erdiğinde bunun dünyanın sonu olmadığını herkese kanıtladılar ( döndükleri yıl Kupa Galipleri Kupası’nı Man. Utd ile Barcelona’yı yenerek aldılar).

3 Temmuz süreci başladığından beri tüm kamuoyunu Avrupa’dan men edilmekle korkutan zihniyet, bunu dünyanın sonuymuş gibi gösteriyor. Bu olaylar insanın kendi ile hesaplaşması ve doğruyu bulabilmesi için önemli bir fırsat aslında, zira yarışırken düşünmeye zaman bulunamıyor.

Farkındaysanız hep korkutulup sonuca endeksli bir hayatı düşünmeye ve yaşamaya zorlanıyoruz:

-Aman gençleri oynatma, bu çocuklarla mı başarı gelecek Avrupa’da ve ligde ( sanki büyüklerle her sene geliyor da)

-Aman UEFA’yı protesto edelim, mahkemeye verelim de bize ceza vermesin (3-4 sene gitme, evinin önünü süpür sonra daha güçlü git)

-Sadece ben şike/şiddet yapmadım, herkes yapıyor (ben de yaptıysam sen de yaptıysan şike+şiddet yapılmışsa yapılmıştır; bir toplulukta şike de şiddet de varsa kimin ne kadar yaptığından ziyade nasıl çözerizi aramak fayda getirir. Bir kere meşru görürsen, herkes yapar, herkes yaparsa kanıksanır, kanıksanınca gelenek olur, gelenek de 1000 yılda silinmez)

-Önümüz kesilmeye, engellenmeye çalışılıyoruz ( bu da başarızlıkta kullanılan ilk klişedir. Yıllardır yabancı spor medyasını takip ederim, bizden başka biraz İtalyanlar ve Yunanlar hariç kimse gizli “el”den, odaklardan bahsetmez. Yapan yaptım der, cezasını çeker ve akabinde bir daha yapılmamasını sağlayacak kültür ve yapıyı oluşturur.

Burada kim suçlu kim değil diye yargılama değil asıl amaç ama şairin de dediği gibi “masum değiliz hiç birimiz”.

Sözün özü, başarızlığa tahammülsüzlük, insanları, başaralım da nasıl olduğunun bir önemi yok noktasına getiriyor. Yatırımlar ve kaynaklar, bu sebepten doğru mecralardan alınıp yanlışa yönlendiriliyor. Türk futbolunu görse Makyevel’in kemikleri sızlardı herhalde.

Başarı, biz Türk futbolseverleri için neden bu kadar vazgeçilmez onu da başka bir yazıda tartışırız. Herkese sabır, tahammül ve iyi bir hafta dileklerimle…

Haftanın Sözü:

Gazeteci: Zinedine Zidane, yardımcı antrenörünüz oldu ne düşünüyorsunuz?

Carlo Ancelotti: Sahada olmasını tercih ederdim.



geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar