Prim Tanımak
1996 yılındaki Euro '96 turnuvasından beri kamuoyu ve medyamızın vazgeçilmez mevzusudur 'prim'.
Türk Dil Kurumu, prim kelimesini şöyle tanımlar; "işçiyi, çalışanı isteklendirip iş oylumunu artırmak ereğiyle, artan üretim, satış vb'den dolayı işverenin işçiye, çalışana ücretleri dışında ödediği ek para..."
Bu durumda işveren eğer prim vermiyorum derse, işçinin bu parayı vermezseniz çalışmıyorum deme hakkı yoktur, çünkü alması gereken ücreti zaten işveren ödüyordur.
Bu noktadan yola çıkacak olursak, eğer TFF işveren olarak bu paraları veriyorum diye ortaya çıkmadığı müddetçe kimse aksini iddia edemez.
Zaten oldum olası profesyonel sporculara soyunma odası primi vaat sahnelerini yersiz bulmuşumdur. Her halükarda kontratları ile normal sezon boyunca dünyaları alanların, bir de maç başına prim istemesi (beklemesi) abesle iştigalden öte bir husus değildir bana göre.
İş tanımı olarak tek yapması gereken bütün hafta boyunca antrenman yapıp ilgili müsabakaya hazırlanmak olan sporcuların prim ile ekstra motive olmasını ve performans göstermesini anlamak bana pek mümkün gelmemiştir. Hele bu durum milli takım gibi 'fahri' bir organizasyon içinde daha da kabul edilemez olmaktadır.
Son iki aydır yaşananlara bakıldığında, sahada tüm zeka parıltılarını gösteren bu oyuncuların 'prim' gibi basit ve kendi ellerinde olmayan bir konu için gemileri yakabileceği bana pek inandırıcı gelmiyor. İnsanın, başka bir sebep illaki olmalı, bu kadar basit olmamalı dediği bu durum için muhtelif sebepler üretilebilir ve üretilmektedir de.
Maalesef 15 Temmuz sonrasında ülkecek daha da paranoyaklaştık ve kendi evimizin içinde bile kelle avına çıkacak durumlara düştük. İşte bu paranoyanın bizi köreltmesini engellemek için olayın içinden çıkıp, taraf gözlüklerini çıkararak objektif bakmamız lazımdır.
Konu tamamen zamana ayak uydurup/uyduramama etrafında dönmektedir.
Luis Enrique'ye, Simeone'ye, Riekerink'e, Pereira'ya karşı memnuniyetsizliklerini, fikirlerini, beklentilerini açık ve net söyleyebilen "as" oyuncuların, Terim karşısında da bu şekilde davranmaya çalışması ve karşılık almasıdır aslında bu konunun özü...
Hakanları, Hagileri, Maldini ve çetesini, Rui Costa ve Shevchenkoları yöneten Terim'in, çocuklarından bile yaşça küçük olan bu oyunculara karşı takındığı tavır da zamana ayak uyduramamanın bir yansımasıdır. Oyuncuların 'otokontrolleri' ne kadar defolu ise, Terim'in kabuk değiştirmeye direnmesi de o kadar yanlıştır.
Televizyona çıkıp o bizim 'babamız' demek için 'babanız'ın huyunu biliyor olmanız ve suyuna gitmeniz gerekir. Hititlerden beri gelen baba-evlat ilişkisi bu şekilde olmayı gerektirmektedir. Buna mukabil, 'babalar' da kızar, kapıdan kovar ama affeder zira ailenin bekasıdır aslolan....
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.
geri







