Tiz-i Reftar Olmamak...

Tiz-i Reftar Olmamak...


 
1981 yapımı John Huston yapımı Zafere Kaçış filminde farklı cephelerden gelen savaş esirlerinin oluşturduğu takımın futbol maçında Nazilerle oynadığı maç epik bir hikâye ile seyirciye sunulur. Maçın sonunda Nazi taraftarları bile esirlerin imkânsızlıklar içindeki oyununu, mücadelesini ayakta alkışlar ve oluşan izdihamda bu esirlerin Nazilerin elinden özgürlüğe yani zafere kaçışını izleriz.
 
2013 yılında ligi dördüncü bitirip, play-off’ta beşinci sıradaki Pınar KSK’ ye elendiğinde, sezona Montepaschi Siena efsanesinin oluşturulmasında Ergin Ataman’ın yardımcısı olan ve devamını da head coach olarak getiren Pianigiani ile başlayıp Ertuğrul Erdoğan ile bitiren o zamanki adıyla FB Ülker, Euroleague’de oynadığı toplam 24 maçta 17 mağlubiyet almış ve Top 16 grubunu sonuncu bitirmişti.
 
FB, o dönem verilen önemli bir karar ile Obradoviç’in ikna edilmesi ve masaya konulan bir strateji doğrultusunda çizilen yol haritası ile ‘zafere kaçışın’ ilk adımını attı. Yolda fireler de verildi ama NBA patentli İtalyan Gherardini’nin idari ekibe katılması ile atılmaya başlanan tohumlar nihayetinde 2015’ten itibaren Final Four olarak geri dönmeye başladı.
 
Biz ülke olarak sabırsız olduğumuz için basketbola futbol gözlüğü ile bakanlar 2015'te Madrid F4’te şampiyonluk hayal etse de başta Obradoviç olmak üzere bu işi iyi bilenler önemli olanın bu platformda yer almayı alışkanlık haline getirmek olduğunu üstüne basa basa söylediler. Sonuç da zaten bunu doğrular nitelikte oldu ve ev sahibine yenilerek elendiler.
 
Aslına bakarsanız Berlin F4’a gelindiğinde, geçen hafta sonu İstanbul’a gelirken oynanan oyundan daha dominant bir FB vardı, benim için daha büyük favoriydi. Fakat çeşitli sebeplerden o zaman kupa gelememişti çünkü son saniyede verilen bir hücum ribaundu bütün hayallerin ertelenmesine neden olmuştu.
 
Bu sene geçen seneye göre daha yavaş başlanan FB'de Obradoviç, belli ki bizim daha önce Panathinaikos’ta görmeye alıştığımız planı devreye soktu. Obradoviç’in bu sezonki ilkesi:
 
“Tiz-i reftar olanın payine damen dolaşır, erişir menzil-i maksuda aheste giden” idi,
 
 yani acelesi olanın eli ayağına dolaşır, yavaş ve emin adımlarla gitmek bizi hedefe ulaştırır, dedi. Amaç takımın formunu bu sefer yavaş yavaş yükseltip Nisan ve Mayıs aylarında belirli bir seviyeye getirmekti ve bunu da başardılar.
 
Geçtiğimiz haftasonu Sinan Erdem'de yaşananları herkes gördü, tekrar anlatmanın bir anlamı yok, herkes bu kupanın keyfini çıkarmalı çünkü her sene gelecek birşey değil ama kupayı kutlarken yanı testi henüz sağlamken de bazı konulara değinmek gerekir.
 
1-FB'nin asla zafer körlüğüne kapılmaması gerekir. Kupa ilk kazanıldığında sanki çok basit bir olaymış ve her sene kazanılacakmış gibi gelir çünkü sen aynı sen, hoca aynı hoca ve takım herşeye rağmen üç aşağı beş yukarı aynı takımdır. Kazanmamak için bir sebep yoktur ama işte orada psikoloji devreye girer. Zirveyi korumak oraya çıkmaktan daha zordur çünkü rakipler ona göre bilenir, senin takımında oluşabilecek fazla kendine güven maç sonlarını zor getirebilir, organizasyon ve hakemler farklı düşünmeye başlar vs..
 
Gelecek sezon dört Türk takımı yerine dört İspanyol takımını turnuvaya alacaklar ve bizim takım sayımız tekrar ikiye düşecek (şampiyon, FB veya Efes'ten başka bir takım olursa Euroleague wildcard yani davetiye vermezse bu turnuvaya gidemeyecek), bu da sezon içi dengeleri ve planlamayı değiştirecek.
 
2- Gelecek sezon için Doğuş Grubu ile büyük bir işbirliğine gidilecek bile olsa önemli olan Obradoviç felsefesini korumaktır zira en iyi örnek Olympiakos'tur. Son 6 finalin 4'ünde oynayıp 2'sinde kazandılar. Bu turnuvaların hatta finallerin hiçbirine favori olarak  çıkmadılar. Bu F4'lerin hepsinde en az bütçeli takımlardı ama bitmeyen bir inanç, disiplin ve bozulmayan bir takım felsefeleri vardı. Sürdürebilirliği başarabilmek için en önemli örneğimiz bu olmalıdır. Zira bizim gibi sportif temeli sağlam olmayan ülkeler parayı başarıya eşit tutar ve çok para harcadı mı sabrı da ters orantılı çalışmaya başlar.
 
3-Son konu ise FB'yi yıllardır izleyenlerin dile getirdiği ve en son pazar akşamı kupa töreninde de bir kez daha yüzümüze vurulan takımda Türk oyuncu olmaması gerçeğidir. Kaptan Melih kupayı kaldırdığında Dünya'nın farklı ülkelerinde maçı izleyenler tribünden birisi inip kupayı kaldırdı galiba, bu kim ki demiş olabilir zira 80 dakika boyunca bir saniye bile almayan Melih'i tanımalarını çok zordu. Açık açık konuşmak gerekirse FB'nin Türk milli takımına oyuncu yetiştirme konusundaki katkısını tartışmak gerekir. 
 
Obradoviç daha önce Joventut, Benetton, Real Madrid gibi takımları şampiyon yaptığında o dönemki kuralların izin verdiği ölçüde yabancı ile sonuca ulaştı. Panathinaikos macerasında Bodiroga ve Kutluay ile bir yerlere geldi ama daha sonra Alvertis, Fotsis, Diamantidis, Spanoulis gibi adamları Yunan basketboluna kazandırmış olarak 2009'daki son Euroleague kupasını aldı. 
 
FB de bu saatten sonra eğer gerçekten milli takım özelinde Türk basketboluna hizmet etmek istiyorsa Obradoviç'e ağırlıklı olarak Türk gençlerinden oluşan bir kadro verip sabretmelidir. Aksi halde kendi çalar kendi oynar ve yoldan geçen adama yılda iki kez basketbol maçı izletmekten başka bir faydası olmaz. Obradoviç'e Türk gençlerini milli takıma hazırlaması için emanet etmek, milli takım hocası yapmaktan daha kıymetlidir çünkü milli takım adam yetiştirme yeri değil, adam seçme yeridir.
 
FB bu kupayı erkeklerde ilk kez ülkemize getirerek o ihtiyacını gidermiştir ve artık hırslarını yenip enerjisini başka mecralara yöneltmelidir. Elinde malzeme mevcuttur ve bunu daha önce Tanjeviç ile başarmış bir kulüptür. 2010 Dünya ikincisi kadronun temelini FB takımı atmıştır ve o çocuklara verilen şanslarla başarı gelmiştir. 
 
Geçmişe baktığınızda Obradoviç, 2000 yılında 3 Yunan oyuncu ile şampiyon olurken 2009 yılında 7 Yunan oyuncu ile de şampiyon olabilmiştir hem de daha zor rakiplere karşı. Yani bu hocaya hamur olarak ne verirsen ver sonunda bir pasta çıkarabilmektedir.
 
Velhasıl, FB tiz-i reftar eylemeden bu işi başardı ve o kadar zorluğun arasında Zafere Kaçış'ı gerçekleştirdi. Rakiplerinin ve taraflı tarafsız herkesin alkışları eşliğinde kupasını aldı, büyük tebrik etmek gerekir ama menzil-i maksuda ulaşmak için daha sakin, planlı ve emin adımlar gerekir. Asıl en önemlisi, başarıya giden şablon bu kadar aleni iken bunu diğer sporlara uygulama 'aklını' gösterecek kadrolara şans vermenin gerekliliğini göz ardı etmemektir.
 
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta dilerim.
 
Haftanın Olayı:
 
Almanya'da U19 Ligi finalinde Bayern-Dortmund maçını 33450 kişi izledi. Büyük geçinen takımlara duyurulur!!!!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


geri
Bu gönderiyi paylaş:

Kategoriye ait diğer yazılar